GS TV | ..Sizin Tarafsızlığınız, Bizim GALATASARAY'IMIZ..


Öncelikle belirtmeliyiz ki bugüne kadar yazdığımız yazıların içerisinde en yürek burukluğu ile kaleme alacağımız yazı budur. Çünkü bizler her zaman "profesyonelleşmenin, profesyonel bakmanın" karşısında, Galatasaray armasının olduğu her şeye hayranlıkla sahip çıkma tarafında olan taraftarlardık... Hep de öyle kaldık.. Zaten bunca zamandır içimizde büyüyen öfkenin sebebi de armamızı taşıyan bir kurumun bizlerin beklediği kadar o kutsal armaya sahip çıkmaması, kendisini o armaya yakıştıramamasıdır...

Galatasaray TV ilk yayına başladığı zamanlarki heyecanımızı yalnızca bu heyecanı yaşayan milyonlar anlayabilir. Düşüncelerimiz öyle farklıydı ki... Tüm haberleri ilk kendi kanalımızdan duyacak, kendi kanalımızda takımlarımız, teknik taktik açısından değerlendirilecek, tüm çalışanlarının Galatasaray aşkıyla dolu olduğu ve tabii ki her zaman en önde dünyaya örnek olan muhteşem Galatasaray taraftarını tutan bir yayın organı olacaktı... Daha doğrusu bizler öyle hayal ediyorduk...

Hayal ediyorduk ama zamanla kanalın nasıl bir yöne evrildiğini gördükten sonra "neler oluyor?" diye sorarken birden resmi sitemizde "Galatasaray TV'nin Hedefleri"ni görüverdik...

"...Spor haberleriyle ve programlarıyla, Galatasaray dışında da tüm sporseverlerin ilgiyle ve beğeniyle izleyeceği, her sporseverin kendinden bir şeyler bulacağı ilkeli, kaliteli ve zengin içeriğiyle geniş kitlelere ulaşmayı hedefliyor... "

İşte aslında her şey bu belirlenen hedeflerden sonra yıkılmaya başlamıştır. Geçtiğimiz zamanlarda izlemek için ek ücret bile ödediğimiz, renkleri, stüdyoları, görüntüsü 1980'lerden kalan Galatasaray TV, eminiz ki birçok taraftar tarafından bugünün Galatasaray TV'sinden daha iyiydi aslında...


Bir 'spor kanalı' olmak nedir?
Peki ya bir 'spor kulübünün kanalı' olmak nedir?
Gereklilikleri nelerdir?.. En önemlisi farkları nelerdir?..
Galatasaray TV'nin gerçek hedefi bunlardan hangisi olmak olmalıdır?

Peki Galatasaray zincirinin en zayıf halkası olan Galatasaray Tv'de bu hatalar zinciri ne zaman başlamış, nasıl devam etmiştir?
O hatalar zinciri, vakt-i zamanında yazmış olduğu bir köşe yazısında Galatasaraylıları 'zübük' olarak tanımlayan Bahri Havadır adlı şahsın kanalın başına getirilmesiyle başlıyordu esasen. Galatasaray taraftarını karşısına alan bu zat, Galatasaray taraftarının karşısına Galatasaray Spor Kulübü resmi kanalının müdürü olarak çıkarılıyordu. Tv kelimesinin önünde bulunan 'Galatasaray' adının büyüklüğünden bihaber olan bu şahıs, göreve geldikten sonra yaptırdığı veya yaptırtmadığı programlar ile bizleri elbette şaşırtmamıştır.
Geçmişi ve bugünü zaferlerle dolu olan kulübümüzün kanalı ne yazık ki Galatasaray'dan çok 'İstanbul'da nerde yemek yenir', 'Barcelona takımının bir günü nasıl geçer', 'Kral Tv bu sene kimlere ne ödülü vermiş' gibi Galatasaray'la uzaktan yakından alakası olmayan programlarla biz taraftarları isyan noktasına getirmiştir.

Kulüp kanalı oldukları gerçeğini bir türlü kabul etmeyen yönetici ve çalışanları Galatasaray Tv'nin 'tarafsız bir spor kanalı' olması için ciddi çabalar sarf etmekten hiçbir zaman geri kalmamaktadır. Bu nedenledir ki hata üstüne hata yapmakta, yaptıkları her hata başka yanlışlara sebep olmaktadır. Peki nedir bu hatalar?
Çalıştığı spor kanalında tarafsız(!) kimliğiyle yayınlara çıkarılan, ama tarafının ne olduğu çok iyi bilinen, eline geçen her fırsatta Fenerbahçe yandaşlığından daha çok Galatasaray düşmanlığı yapan Rıdvan Dilmen, bir programa katılmak için kanala davet edilmiştir. Taraftarın sert tepkisiyle karşılaşan kanal çalışanlarından biri  konuyu anlamsız bir şekilde  'Metin Oktay centilmenliği' ne bağlamış ve adeta 'özrü kabahatinden büyük' durumuna bir örnek teşkil etmiştir. Söz konusu programın gerçekleşmeme nedeninin, Rıdvan Dilmen'in daveti geri çevirmiş olması ise en az davetin kendisi kadar acı vericidir.

Bu hatanın ardından taraftarın isteklerini yerine getirmek adına taraftar merkezli yayınlar yapmayı hedefleyen Galatasaray TV yine başarıdan çok başarısızlık örneklerinden birini sergilemiştir. BloGS adı verilen programda Galatasaraylı blog yazarlarını programa konuk etmek amacıyla yayına başlanmış fakat sosyal medyada  binlerce takipçisi olan ve 'fenomen' diye adlandırılan insanları takımlarına bakmaksızın Galatasaray TV ekranlarına çıkarmakta zerre sakınca görülmemiştir. Konuk olarak yayına alınan ya da alınması son anda taraftarın farkındalığıyla engellenen bu insanları sadece rakip takım taraftarı olarak adlandırmak yetersiz kalacaktır. Çünkü bu insanlar sosyal medya üzerinde Galatasaray'a, Galatasaray futbolcusuna, taraftarına hakaret içerikli mesajlar atan kişilerdir. Program için seçtiği konukları zerre araştırmayan kanal çalışanı yaptığı hatadan sonra gelen tepkiler üzerine 'böyle yapmayın, üzülüyorum' gibi egoistçe bir tavır sergilemekte zerre sakınca görmemiş ve anlamına asla hizmet etmeyen program yayınlanmaya devam etmiş, ettirilmiştir.

Galatasaray'ımızın gerek Şampiyonlar Ligi maçları öncesi gerek derbileri öncesi bir araya gelen bizler sabahlara kadar eski cdleri izlemek, youtube'dan videoları izlemek zorunda bırakılmaktayız. Neden?
Çünkü hiçbir gerekli zamanda Galatasaray TV'de taraftarı coşturacak, heyecanlandıracak, duygulandıracak bir programa rastlamak mümkün değildir. Bu anlayışla devam edildiği sürece de olmayacağı açıktır...
Hatta Galatasaray sayesinde var olmuş ama kendi kendisini yok etmek adına her türlü Galatasaray karşıtı söylemlerden asla geri kalmamış Hakan Ünsal'ı mütemadiyen kanalda görmek, 'ihanet' lafının sözlükteki karşılığı, inananları sırtından vuracak kadar 'profesyonel' olan Fatih Akyel'le röportaj gerçekleştirmek, kanalda her hafta görmemiz gereken Tugay Kerimoğlu'larına Suat Kaya'lara Hagi'lere yapılan en büyük haksızlık, nankörlüktür... Galatasaray'ın yaşayan binlerce efsanesi varken, gaflet dalalet ve hatta hıyanetlerini  "bilmedikleriniz var" yaftasına saklayanları Galatasaray TV'de görmek; o dillerinden düşmeyen 'profesyonelliği' , 'tarafsızlığı' her seferinde daha da can acıtacak şekilde gözler önüne sermektedir.

Türk Futbolu'na kara bir leke olarak geçen '3 Temmuz süreci' boyunca GS TV 'tarafsız spor kanalı' olma ilkesinden uzaklaşmamış, Bahri Havadır'ın kulüp kanalımızı Lig Tv formatına uydurma çabaları doğrultusunda bırakın diğer kanalları kendi kanalımızda bile bu kirli sürecin tartışılması, temizlenmesi engellenmiştir. Sosyal medya üzerinden kanal çalışanlarına yapılan eleştirilerde 'biz spor kanalıyız' söylemine seviyesiz bir üslupla devam edilmiş ve biz taraftarlara "Fenerbahçe 3 Temmuz sürecinde günah keçisi ilan edilmiştir" diyebilecek kadar 'tarafsız' olan bir kanal çalışanı tarafından taraftarlık dersi verilmeye çalışılmıştır.


Bugüne kadar Galatasaray haklarını savunmayı 'fanatiklik' olarak görerek buna yeltenmeyen Galatasaray TV, futbolu yönetenleri bunca zaman verdiği, aldığı veya veremediği tüm kararları nedeniyle,
protesto eden taraftarlarını da her zamanki gibi yarı yolda bırakmış ve bu sesin daha gür çıkmasına hiç bir katkıda bulunmamıştır.


Şimdi soruyoruz, hadi kendileri yapamıyor ama Galatasaray haklarını savunan taraftarlarının bile arkasında durmayacaksa, bunun yayını yapılmayacaksa,
geriye Galatasaray TV'nin hangi var olma sebebi kalmıştır ki?


..Sustuysak Bir Yere Kadar!..


TFF... Türk futbolundaki tükenmişliğin en üst seviyeye ulaştığı nokta...
Güvenilirliğini ve adaletini çok önce kaybetmiş olan bu kurum, Türk futbolu için bir dönüm noktası olan '3 Temmuz süreci'ni en kötü şekilde yönetmekle kalmayıp, başarısız kararlarına her gün bir yenisini ekleyerek yoluna devam etmektedir.

Galatasaray yönetim ve taraftarının bu kararlara karşı takındığı sessiz tavır ise, TFF'nin kurumlarının aldığı skandal kararlara her geçen gün bir yenisini daha rahatlıkla eklemelerini sağlamaktadır.

En bariz şekliyle birbirine benzeyen bir kaç vakaya ve bunların sonucunda alınan kararlara bakıldığında, bu kurumları kişi sayılarına göre ele geçirdiklerini düşünenlerin ne kadar haklı çıktıklarını zaman bizlere kolaylıkla gösterebilmektedir.


Engin Baytar 

Galatasaray - Fenerbahçe Süper Kupa finalinde hakem Cüneyt Çakır'ı gördüğü kırmızı kart sonrası yakasından tutup sürüklemesi sonucu bugüne kadar görülmemiş şekilde 11 maç men cezası aldı. Ve tahkim tarafından da bu ceza oybirliği ile onandı. Bir çok Galatasaray'lı Engin Baytar'a yapmış olduğu hareketten dolayı kızgındı, bir kısım ise sonuna kadar arkasında durdu.


Ama sonuç olarak neredeyse herkesin görüşü şu şekildeydi; "bundan sonra herkes özellikle hakemlere karşı bu caydırıcı cezalar sebebiyle daha dikkatli davranacak." Olması gereken buydu belki de. Zannettik ki "bu caydırıcı cezalar" herkese aynı şekilde uygulanacak. Kimse sesini çıkarmadı. Cezamızı çektik.
Bir kaç ay sonra ise sahneye farklı renkler çıktı.

Meireles 

Galatasaray- Fenerbahçe maçında Yekta Kurtuluş'a yaptığı hareket dolayısıyla ikinci sarıdan kırmızı kartı gördü. Ki bu zaten o müsabakadan ve bir sonrakinden men olacağı anlamına geliyordu. Peki ya sonra yaptıkları?
Meireles gördüğü kart sonrası önce hakemi kendisine doğru çevirerek "top" işareti yapıyor sonra hırsını alamayıp hakemin yanına gidiyor burnunun dibine girerek suratına tükürüyor. Hakem o anda gözlerini kapatıyor ve Meireles uzaklaşırken yüzünü siliyor. Bu sırada saha dışına yönelen Meireles hala hırsını alamıyor ve taraftarı tahrik etmek için formasındaki -bir türlü bulamadığı- fenerbahçe armasını öpüp taraftara gösteriyor, yetmiyor bir daha öpüyor ve taraftara gösteriyor... O da yetmiyor taraftara doğru tükürüp armasını tekrar öpüp tekrar taraftara doğru tutarak sahayı terk ediyor.



Hakem Halis Özkahya raporunda Meireles'in kendisine tükürdüğünü yazdığı halde, buna itibar edilmeyerek, toplanan kurul PFDK'nın Meireles'e vermiş olduğu 12 maçlık men cezasını oy çokluğu ile 4 maça indiriyor.

Sebebine gelince;
"Yayıncı kuruluştan gelen ve toplam süresi 6 saat 38 dakika 35 saniye olan 5 CD halindeki görüntülerin tamamı izlendiğinde, Raul Meireles'in müsabaka hakemine oldukça yakın mesafeden, ısrarla ve sert ifadelerle itiraz ettiği, yüzünün tamamen görünmesine olanak sağlayan görüntülerde konuşmanın sertliği nedeniyle, ne söylediği tam olarak anlaşılamamasına rağmen başını sert şekilde öne doğru hareket ettirdiği sırada kullandığı sözün etkisiyle hakemin yüzüne bir sıvının gelmiş olabileceği düşünülse de futbolcunun tüm bu eylem sırasında konuşmaya devam ettiği ve konuşma esnasında tükürme eyleminin fiziksel olarak mümkün olmadığı.."

Buradan anladığımız şey, hakemin raporunda yazdıklarının veya görüntülerde gördüğümüz üzere Meireles'in yaptığı hamle sonrası hakemin gözlerini kapaması ve yüzünü silmesinin hiçbir öneminin bulunmamasıdır. Yani tükürmemiş olduğu çıkarımına varılarak 12 maçlık bir ceza sadece 4 maça indirilebiliyormuş, bunu da öğrenmiş olduk. Sonrasında bu duruma kısmi olarak benzetilebilecek bir bir vaka daha yaşanıyor ülkemizde.
Ancak bu sefer renkler sarı kırmızı... Peki ya aynı tahkim ne karar alıyor?

Felipe Melo

Galatasaray - Beşiktaş maçında Oğuzhan'a tükürdüğü gerekçesiyle direk kırmızı kart görüyor. Melo gördüğü kart sonrası Oğuzhan'ın yanına gidiyor, yardımcı hakeme, hakeme giderek tek bir işaret yapıyor "Yukarıda Allah var". Ancak Felipe Melo 4 maçlık men cezası ile Meireles'le aynı cezaya çarptırılıyor.

(Dakika: 2:47 ve 3:04 dikkat)


Sebebi;
"Yayıncı kuruluştan celbedilen müsabaka görüntüleri ile itiraz eden kulüp tarafından sunulan görüntüler izlendi. Yapılan müzakere neticesinde; hakem raporunda bulunan hususların aksini ispata yeter kuvvette delil ve emare olmaması yanında, olayın gerçekleştiği anda rakip takım futbolcusunun tepkisi ve diğer oluşa dair tespitler dikkate alınarak" 4 resmi müsabakadan men alınıyor. Ve tahkim yine oy birliği ile kararı onaylıyor.

Açıkçası tahkim kurulu üyelerinin Meireles'in görüntülerinde "hakem raporunda bulunan hususların aksini ispat edecek yeterli kuvvette delil"i nasıl bulduklarını elbetteki fazlasıyla merak ediyoruz. Ayrıca "Oğuzhan'ın tepkisi" dikkate alınarak Melo'ya 4 maç men cezası verilebiliyorsa "Özkahya'nın gözlerini  kapatması ve sonrasında yüzünü silmesi"nin neden göz önünde bulundurulmadığını da...
Hadi diyelim ki tükürmeye 4 maç ceza biçildi.
O halde Meireles'in "taraftarı tahrik" etmesi, ve hakeme "top" işareti yapması bu cezaların bonusu muydu? Serbest miydi?
Melo'nun hatası bu hareketleri yapmaması, yalnızca "yukarıda Allah var" demesi miydi?

Kısacası bizler bu mantık hatalarını, futbol federasyonu kurumlarının bu yanlı kararlarını anlamaya çalışırken yakın zamanda bir maç daha oynandı ve bu yanlı yönetimler yine gözümüzün içine içine sokuldu.
Başrolde yine her zaman bildiğimiz gibi Emre B. ve Volkan D. yer aldı.


Emre Belözoğlu

Son zamanlarda olduğu için Emre B. hakkında eklediğimiz görüntüler Fenerbahçe - Kasımpaşa maçından. Kasımpaşalı oyuncu Emre Belözoğlu'na "sen kaptansın yapma bunu" şeklinde anlaşılan uyarılarda bulunsa da Emre her zamanki gibi gerek saha kenarına gerek hakemlere dilediğince küfürler etmeye devam ediyor. Bugüne kadar Emre herkesin bildiği üzere, hakemlerden herhangi bir kırmızı kart almamasının paralelinde, Türkiye'de saha içerisinde en rahat davranabilen, dilediğine bağıran, küfreden, rakip futbolculara en sert şekilde hamlelerde bulunan, yeşil sahaların ağası durumunda futbolculuğuna devam eden kimsedir. Bu ünvanını takım arkadaşı Volkan Demirel ile birlikte elinde bulundurmaya devam eden Emre hiçbir ceza almamasının yanı sıra sık sık da bazı ödülleri kazanma şansını elde edebilmektedir.



Ne gariptir ki Gençlik ve Spor Bakanlığı'nın "spordaki şiddete karşı" başlattığı kampanya için çekilen reklamda yer alan bu isim; Milli maçta Galatasaray taraftarlarının olduğu kısıma dönüp "ağz.... sı.... ben sizin or...... evlatları" diyebilecek kadar kendini kaybetmiş, karakteri ile ülkemizin yüz karası olmayı gittiği her takımda başarmış Emre Belözoğlu'nun ta kendisidir. Yani böyle bir futbolcu bu ülkede bırakın cezalandırılmayı bir de üstüne üstlük ödüllendirilmektedir.
Unutmayalım ki takım arkadaşı Volkan Demirel hakeme ve yayıncı kuruluşa çaktırmadan taraftara dönerek, bir taraflarını tutması sonucu, "kasıklarım ağrıyordu" açıklamasının komedisini bile yaşatmışlardır bu ülkeye. İşte böyle bir takımın tüm futbolcularının yıllardır "taraftarı tahrik etme" konusunda uyarı dahi almaması da ayrı detay olarak karşımıza çıkıyor.

....................................................

Ve bunların yanı sıra Galatasaray ve Fenerbahçe'nin bir yıl arayla Orduspor ile olan müsabakalarında teknik direktör cephesine bir göz atalım dediğimizde ise karşımıza çıkan sonuç, bunca zaman alınan kararların devamlılığını gözler önüne sermektedir.

Fenerbahçe Orduspor maçı sonrası Aykut Kocaman;
"Sivas maçıyla başlayan, ufak ufak hani 'ince ince yasemince' derler ya, böyle bir durum var. Bir budama var. Güç dengeleri değişti. Bu güç kaybını da hakemlerin iyi aldığını düşünüyorum. Çok net söylüyorum, güç dengeleri değişti.''

Galatasaray Orduspor maçı devre arası Fatih Terim;
"İkinci yarıda daha kötü yönetiminize devam edin ne var ne bakıyorsun ben sana birşey söyleyince ceza alıcam öylemi böyle adalet mi olur sana bu raporu yazdırmayacağım, sana bu zevki yaşatmayacağım hoca"

Aykut Kocaman bu söylemleri için herhangi bir cezaya maruz kalmazken, Fatih Terim'e verilen ceza ise 3 müsabakadan men!

...............................................................

Tüm bu yaşananlar neticesinde insanların aklına ister istemez o meşhur "tape"ler yeniden gelmektedir.
Belli ki 3 Temmuz'dan bu yana yaşanan şike süreci bu ülkede hiçbir şeyi değiştirmemiş, düzeltmemiştir.
Fenerbahçe Asbaşkanı Şekip Mosturoğlu'nun TFF seçimleri sonrası gazeteci Tahir Kum ile yaptığı bir telefon konuşmasında ne diyordu?
"Tahkim Kurulu 6-1 bizde. Disiplin Kurulu da 4-3 bizde"

Buyrun alın tüm kurullar sizde olsun. Ancak şunu unutmayın ki;

Kenetlenen bir Galatasaray'ı 7-0 da olsanız yenemez, dağıtamazsınız. Bundan yana en ufak bir şüphemiz bulunmamaktadır elbetteki.

Ancak bizim anlayamadığımız; Türk futbolunda yaşanan bunca adaletsizliğe rağmen Galatasaray'ımızın haklarının yalnızca

"Değerlendirmeyi kamu vicdanına bırakıyoruz.
Saygılarımızla,
Galatasaray Spor Kulübü"

cümleleriyle savunulmasıdır. Bu sessizliğin sebebini bir türlü anlayamıyoruz.

Değerlendirmeler elbetteki kamu vicdanını sızlatıyordur. Ancak Galatasaray Spor Kulübü, resmi sitesinden bir yazı yazıp, sonuna da değerlendirme sizindir diyerek geri çekemez kendisini.

En başından beri yapılması gereken şeydi yüksek sesle yapılacak bir savunma. Sessizliğimiz sürdüğü sürece bu adaletsizlikleri görmeye devam edeceğiz.

İşte bu yüzden geçen seneden beri, şampiyonluk süslemesine aldanmayarak her zaman sormaya devam ediyoruz;

İmparatorun konuşacağı şey neydi? Ve kim tarafından neden susturuldu?
İmparator bile konuşup bizlerin haklarını savunmayacak da internet sitemizde değerlendirmeyi kamu vicdanına bırakanlar mı savunacak Galatasaray'ımızın haklarını?

"Güvenilirliğini yitirmiş bir kuruma itirazda bulunmayı düşünmüyoruz" demek yenilgiyi kabul etmektir. Asıl bariz bir şekilde yapılan haksızlıklardan sonra 'biz yolumuza bakıyoruz, Galatasaray'ı durduramayacaksınız' cümleleridir, artık güven vermeyen. Peki biz neyin mücadelesini veriyoruz?

Asalet elbetteki bazen susmayı gerektirir.
Ancak bu kadar açık adaletsizliklerin karşısında böylesine sessiz kalmak, asaleti değil yenilgiyi temsil eder!..




Yenilenen Stad... Yenilen Taraftar...


Bazı kelimeler vardır. İçerisinde yer almıyorsanız, o kelimelerin arasındaki büyük uçurumları anlamanız mümkün değildir.
Taraftar” olan bir kimseyi belki de en çok sinirlendiren sıfatlardan biridir “seyirci”
Çünkü sen "seyirci"den çok farklısındır aslında. Hakaret sayarsın bu kelimeyi hatta…
Sen “taraftar”sındır… O ise “seyirci”…

Ne “seyirci”lerin ne de seni “seyirci”lerle aynı kefeye koyanların anlayamayacağı bir gönül bağı vardır seninle takımın arasında...
“Seyirci” parasını verir, maçları -daha doğrusu daha çok yıldızları- seyreder, memnun olur veya olmaz, eleştirir, yetinmez ve hatta yetmez, hakaret eder…
Yani herkes “seyirci” olabilir. Ama “taraftarlık”a gelince iş, orada bir durup düşünmek gerekir.

Taraftar” arma için oradadır! Aşkı tamamen armanın ta kendisinedir…
Armayı taşıyanlara olan kısmi, geçici aşk ise “seyirci”lerin işidir.
“Taraftar” renkler için tribündedir,
Sarı kırmızı neredeyse “taraftar”ın her koşulda olması gereken yer orasıdır…

Taraftar”ın taşımaktan en gurur duyduğu şey bu sıfattır.
Galatasaray’lı olmak,
Galatasaray taraftarı olmak…

Galatasaray'a sahip olmak değildir taraftarın amacı, Galatasaray'a ait olmaktır

Kısacası "aslolan Galatasaray"dır diyebilendir “taraftar”…
Kısacası "söz konusu Galatasaray ise gerisi teferruattır" diyebilmektir “taraftar” olmak…


7 Haziran 1987..
AliSamiYen Stadyum'u inliyor o sesle…
Tribünlerde coşacaksın kupaları alacaksın” diyor tribünler.
14 senelik bu çile bitsin artık bu sene” diyorlar.
Haykırıyorlar sevdalarını her nefeste daha fazla aşkla, daha fazla özlemle…
Ama hep sabırla…

Geçen yıllar kazandırıyor…
Geçen yıllar kaybettiriyor…
Şampiyonluklar, kupalar, zaferler geliyor,
Onları yaratan kahramanlar geliyor…
Galatasaray "taraftar"ı en güzel duyguları onlarla yaşıyor, tek yumruk tek yürek oluyor, baharları yaşıyor…
Hep gülmüyor elbet, bazen ağlıyor ama yine 'bir' olup ağlıyor...
Yıllar geçiyor…
"Taraftar" kaybetmeye başlıyor... Önce evinin abisini kaybediyor. Sonra da evini...
Anılarını, zaferlerini, mutluluklarını, gözyaşlarını, “hayatının tam ortası”nı bırakıyor, bıraktırılıyor
Diyorlar ki bize “artık daha çok olacaksınız”, daha çok “taraftar” olacak…
3'lüleriniz daha güçlü, omuz omuzalarınız daha gür çıkacak…
Evet, daha çok…
Ama giderek daha az olmaya başlıyoruz. Daha kalabalık ama daha az

Ve artık yenilenen evimize “seyirciler” gelmeye başlıyor…
'AliSamiYen Spor Kompleksi' diyerek özlemimizi bir nebze hafifletmeye çalıştığımız yeni 'cehennem'imizde eskileri anıyoruz, eski günleri arıyoruz…
Türk Telekom Arena diye yüzümüze inen tokatlara rağmen biz “AliSamiYen” diye diretiyoruz. Başka türlü benimsemek zor geliyor çünkü “taraftar” olana…
“Seyirci”nin ise yüzü gülüyor.
Taraftar” Galatasaray’ının yanında yağan yağmurla sırılsıklam olunca “beraber yürüdük biz bu yollarda” diye övünürken, “seyirci” stadda ıslanmamanın gururunu yaşıyor…

Galatasaray kötü günler atlatırken yeniden belli oluyor seyirci ile "taraftar" arasındaki uçurum.
Taraftar” her daim yanında duruyor da, “seyirci”ler seyir etmeye değer bir şey bulamıyorlar…
Galatasaray yaralarını sarıyor, iyileşiyor, hem de çok hızlı iyileşiyor…
“Seyirci” sayısının başarıyla doğru orantılı olduğunu acı bir şekilde öğrenmeye devam ediyoruz.
“Yönetim, futbolcu, taraftar” üçgeninde hiçbir şekilde yer almayan ama Galatasaray formasını, armasını taşıyanı en ufak bir olumsuzlukta ıslıklamaktan, hakaret etmekten geri kalmayan “seyirci”, sabırsızlığını göstermekten geri kalmıyor…
Bir müşteri edasıyla her zaman, kendisini Galatasaray’a ait değil, sahip hissetmenin verdiği hakla her düşündüğünü yapabiliyor.
Değil 14 sene 14 gün bekleyemiyor…
Galatasaray taraftarı kaybediyor… Galatasaray, taraftarını kaybediyor...
“Yenilsen de yensen de taraftarın senle” diyemiyor artık tribünler…

Destek gerektiği zaman lal gibi sessiz kalan o “seyirci”, performansını beğenmediği bir oyuncu oyundan çıkarken ıslıklamaktan, küfür etmekten geri kalmıyor.
Daha çok “para” verebildiği için gerçek “taraftar”lar yerine stadda yerini alan “seyirci”, takımı desteklemiyor, rakibe baskı yaratmıyor… En ufak bir tezahürata eşlik etmiyorken, hiç alakasız bir maçta söz konusu fenere vs küfür etmekse akla mantığa sığmayan şekilde son sesine kadar küfürlere katılabiliyor… Fenerbahçe nefreti Galatasaray sevgisinin üstüne rahatlıkla çıkabiliyor…
Transferlere seviniyor, stada gelip sadece küfrederek, deşarj olarak rahatlıyor…

Bunlar elbette ki yıllardır bildiğimiz kavramlardı aslında… Ancak endüstriyel futbolun paralelinde artan “seyirci” sayısı ile zamanla "taraftar"lardan rahatsız olan kimselerin, tribünleri bitirmesidir en büyük korkumuz... Bu yüzden “taraftar” olmanın önemini sıklıkla dile getirmemiz gereken dönemlerde olduğumuzu hissediyoruz…

Unutmamalıyız ki;
Galatasaray’lı olabilmek, geçtiğimiz sezon Beşiktaş maçının ardından staddan ayrılmayarak,
kaçabilecek şampiyonluğu Galatasaray sevgisinden üstün tutmayarak,
koşulsuzca,
hiçbir beklenti olmaksızın,
ellerinin kızarmasına aldırmadan,
ses tellerin kopana kadar,
belki yüz defa, belki daha fazla,
 ''ölüm varmış, korku varmış, bu dünyanın sonu varmış, bizim için yoktur tasa, kalbimde sen yaşadıkça, başarılar gelir geçer, asaletin bize yeter…'' diye aşkla bağırmaktır…
ve
Taraftar olmak” işte tam da bunu gerektirir…



En büyük aşkı Galatasaray olanların, en büyük korkusudur endüstriyel futbolla artan seyircilerin 
taraftarı bitirmesi ve en büyük özlemidir işte bu ses...