Elleri Küçük Yüreği Büyük Adam | Fernando Muslera

       2010-2011 sezonu Galatasaray Futbol Takımı ve onun taraftarları için, hiç şüphesiz ki oldukça sıkıntılı ve zor geçti. Sezon bittiğinde nerdeyse herkes takımın 3-4 senede ancak toparlanabileceğini ve nerdeyse her mevkiye transfer gerektiği konusunda birleşti. O mevkilerden biri de hiç şüphesiz ki Galatasaray’ın kalesiydi. Biz taraftarları tatmin etmesi en zor mevkilerden biriydi bu kale. Kimlere hayran olmuştuk o kalede... ‘Tanrının Eli’ diye futbola giren terimin bizlere çağrıştırdığı isim Maradona değildi.
O el, Claudio Taffarel’di... Çok sevdi Taffarel, çok sevildi Taffarel.. ‘çogusel Taffarel’...

Bravo Taffarel! Taffarel, Taffarel, Taffarel… Taffarel, Taffarel Taffarel… 
Sen, böyle bir kurtarışın arkasından, penaltılarda da duracaksın o kalede Taffarel!

       Sonra Mondi’miz vardı bizim... Saygı duruşlarında bir Türk gibi duran, milli marşımızı söylemeye çalışan, güzel insan Mondi. Duası duamız, gözyaşları gözyaşımız oldu... Giderken en çok bize, taraftarına, teşekkür etti Ali Samiyen’i “I love you Mondi” diye inlettiğimiz adam.


       İşte bu yüzden boşluğumuz çok büyüktü... Sevmeye, güvenmeye, emanet etmeye ihtiyacımız varken O geldi. O gelmeden birçok insan tarafından artık klasikleşmiş ‘Galatasaray’a neden gelsin ki’ soruları sorulmaya başlandı. Zaten dünyanın en iyilerindendi, en bilinen file bekçilerindendi. Bilmeyenler de geçtiler internetlerinin başına, girdiler youtube’a, açtılar, izlediler onun kurtarışlarını. Bir futbolcu için genç sayılan, o 25 yaşına bir İtalya Kupası, bir İtalya Süper Kupası ve bir de Dünya Kupası Dördüncülüğü sığdırmıştı. Böylesine büyük başarılarla geldi belki de en çok sevileceği kulübe Néstor Fernando Muslera Micol...


       Uruguay basınına konuşan Muslera, “İspanya ve İtalya basınından birçok önemli teklif aldım ama benim tercihim Galatasasaray, beni en çok onlar istedi diyerek geldi başarılı eldiven.
Mondragon’dan sonra Orkun Uşak, Aykut Erçetin, Morgan De Sanctis, Leo Franco, Ufuk Ceylan ve Robinson Zapata’nın dolduramadığı o güven boşluğunu dolduracağını Copa America 2011 performansıyla adeta kanıtlamıştı Muslera. Bizler için evinin kapısına çelik kapı taktırmak gibiydi adeta böylesine bir başarı adamına kalemizi emanet etmek.
‘İl Castorino’ (küçük kunduz) lakaplı file bekçisi için verilen transfer bedeli hesap adamları tarafından oldukça yüksek bulundu. O insanlar yaparken hesapları - kitapları, bizim düşündüğümüz tek bir şey vardı.
Bizim için yemedikleriyle gurur duymak kadar, yediklerine kefil olacağımız bir kalecimiz vardı artık!
Galatasaray’la çıktığı ilk maçlarında, defansla uyumsuzluğu sonucu yediği goller sonrasından hemen eleştiri oklarının hedefi oldu Muslera.  ‘Biz demiştik’ demek isteyen insanlar vardı, eleştirildi, hatalı gollerinin sebebi olarak ‘elleri küçük’ bile dendi.
Küçük kunduz, 
küçük elli Muslera, 
sonra kalede devleşti, devleşti, devleşti... O, kalede tuttukça gelen topları, bizler düşünmeye başladık  sezon sonu onu nasıl tutacağımızı.


        Geldiği günden bu yana, çok kez maçın adamı olan Muslera’nın en çok konuşulduğu maç ise Manisaspor’la oynanan lig maçıydı. Bu sezon Galatasaray’da gol atmayan tek oyuncu olan Muslera, hocası tarafından onurlandırıldı ve kazanılan penaltı kendisine kullandırıldı. O topa doğru giderken gözlerindeki o heyecan ve sevinç ekranları başında onu izleyen taraftarın yaşadığı heyecandan farksızdı.  Gol sonrası yaşadığı mutluluğu gözlerine, gözlerimize öyle yansıttı ki tribünlerden bir kez daha en yüksek şekilde haykırıldı: “Muslera Muslera, I love you Muslera”.
Etik olmaktan çok uzak olunan bu sezonda bile kendisine penaltı kullandırtmanın etikliğini tartışanlar, Volkan Demirel’in her türlü hareketiyle aynı ülkede yaşayanlardı.


Ali Samiyen’de her maç sonrası çağrılsın çağrılmasın tribünlere gelen,
o ‘küçük elleriyle’ taraftarını alkışlayan
bu gülüşünü bizlerden esirgemeyen Fernando Muslera... 

O, Galatasaray’a çok yakıştı, Galatasaray ona çok yakıştı. Taffarel’le çalışmak onun şansı, o bizim şansımız oldu. Şampiyonluğa doğru atılan o emin adımlardaki en büyük pay sahiplerinden, 
elleri küçük yüreği büyük adam... 
O küçük ellerinle, nice kupalar kaldırmak dileğiyle...


'OZ'Büyücüsü

...Ayrımın 'FUTBOL' Hali...

Daha doğmadan seçiliyor renklerimiz aslında. Doğacak çocuk kızsa odası ve kıyafetleri pembe seçiliyor erkekse mavi... Erkeksen mavi nüfus kağıdın olacak kadınsa pembe. Bir oyuncak alınacaksa eğer, futbol topu ne yazık ki mavi nüfus kağıdı sahibinin oluyor. Yani daha küçükken futboldan bir adım uzaklaştırılıyor kadınlar. ‘Kadın’ ile ‘futbol’ sadece erkek muhabbetlerinde bir araya geliyor. Bu iki konunun bir araya gelmesi de erkek muhabbetlerinin yegane konusu olmaktan öteye gidemiyor.

Dünya üzerinde yıllardır konuşulan, tartışılan konuların başında gelenlerdendir cinsiyet ayrımcılığı. En çok ayrıştıkları ya da ayrıştırıldıkları konulardan biri de futboldur bu iki grubun.  Bu abilerimizin ve babalarımızın maç izlerken “önümden geçme!”  ikazıyla başlar “kadın futboldan ne anlar ya, söyle bakalım ofsayt nedir?” sorusuyla  son bulur. (sanki futbol sadece ofsayttan ibaretmiş gibi).  Futbol, kadın için, elinin hamuruyla karışılmaması gereken işlerden sadece birisidir onlara göre. Kendilerini bu alanda usta hissedenler kadınları çırak bile görmezler.

Oysa kadınlar da futbol sever.  Hem de öyle güzel sever ki. Onların da vardır gönül verdiği renkler. Onlar da giyer formasını, takar atkısını. Onlar da girer bilet kuyruğuna, koyar biletini cebine koşar aşık olduğu renklere. Onlar da takım sahaya çıktığında alkış tutar. Tezahüratlara eşlik eder, top rakipteyken ıslıklar onlar da... Atılan gole sevinir, yenen gole üzülür, kaçan pozisyona sinirlenirler. İşin özü, taraf olmanın taraftar olmanın tüm gerekliliklerini yerine getirir kadınlar. Ancak “kişilerin yaptığı kurumları bağlamaz” lafının çok konuşulduğu bu senede verilen bir kararla, erkeklerin yaptığı kadınları bağlamaz mesajı verildi ve şöyle söylendi: “kuralları ihlal ederek seyircisiz maç oynama cezası alan takımların karşılaşmalarını; kadın izleyiciler ile yanlarında anneleri olmak şartıyla on iki yaş ve altı çocuklar ücretsiz olarak izleyebilecek.

İlk bakışta lütufmuş gibi sunulan bu kararın alt metnini çok iyi okumak lazım. Seyircisiz maç oynama cezasına maruz kalan takımlar, kadın ve çocuk taraftarlarla dolu tribünler önünde maç yapacaklar. Kadınlar, tribünlerin ‘etkisiz elamanları’ sayılmış ve ceza, onlar üzerinden verilmeye başlanmıştır. Türkiye Futbol Federasyonu, böylesine ciddi bir kararı hiçbir hukuksal dayanağı olmadan vermiştir. Onlara göre tribünlere daha fazla kadın gelmesini sağlamak, güzel görüntüler oluşturabilmek için alınan bu karar aslında kadınlara ceza olmaktan öte bir durum değildir. Federasyon tarafından bir günde çıkarılan bu uygulama, Hollanda Ligi’nde Ajax-AZ maçı öncesinde Ajax kulübü tarafından önerilmiş, hatta ülkemizde övünmeye bile sebep olmuştu. Tam Hollanda bizi örnek alıyor diye düşünürken, Hollanda Futbol Federasyonu bunun anayasal bir ihlal olduğuna ve cinsiyet eşitliği kurallarına ters düştüğüne karar verdi. Tam da olması gerektiği gibi.

Peki kadınlar bu seyircisiz ama seyircili maçlara nasıl gidiyorlar. Çiçek atmak için mi? Erkeklerin yaratamadığı dostluk tablolarını yaratmak için mi? Hayır. Kadınlar bu maçlara ‘erkekleşerek’ gidiyorlar. Boş tribünler olana kadar, kadınlar gitsin zihniyetiyle tribünlere çekilen bu kadınları, cezaya sebebiyet veren erkekler “bizi aratmayın” diyerek yolluyorlar. Tabi kadınlar altta kalır mı “sizi aratmayacağız” diye cevap veriyorlar. Sonuç: yayıncı kuruluş tarafından sesi kısılan tribünler. Çünkü kendilerince tribündeki erkek boşluğunu bu şekilde kapatacaklarını düşünüyor ya da düşündürülüyorlar. Taraftarlıkları kabul görmediği için, böyle bir kabullendirme yolu seçiyorlar kendilerine. Federasyonun verdiği ceza da hükmünü kaybediyor böylece. Buna ceza da verilemiyor üstelik. Çünkü kadın ve çocuklar TFF’nin misafiri olarak maçlara akredite ediliyorlar ve TFF bu sebeple kulüplere ceza veremiyor. 

Seyircisiz maç demek taraftarsız maç demektir. Taraftarsız maç demek ne erkek ne de kadının olmadığı tribünler demektir. Futbolu yönetenler tarafından her ne kadar ‘etkisiz eleman’ olarak görülse de, taraftar kadın vardır ama ne yazık ki yine yenilen taraftır.




'OZ' Büyücüsü  

İNANanların Koreografisi | 22.04.2012 GALATASARAY - Fenerbahçe

Bu sene alınan tüm kararların Fenerbahçe lehine olduğunu her fırsatta dile getirmiştik. 
En yakın rakibine 9 puan fark atmış olan Galatasaray normal şartlar altında şampiyonluğunu Kadıköy'de ilan ederken, "şike skandalı" ile futbolumuza pisliği bulaştıran "taraf"ı koruyanların isteği ile derbiler oynanmaya devam ediyor. İlk maçı 3-1 kazanan, Kadıköy'de 2-2 berabere kalan Galatasaray'ımız yolun sonunda yeniden şampiyonluğa ulaşacak, 
bu mutluluğu bizlere aynı sezonda ikinci kez yaşatacaktır!..

He öyle olmazsa ne olur? 
"Hiçbir şeye değişilmez senin sevgin bu dünyada.." diye haykıran binlercesi yine Florya'da olur...



 Sahada oynanacak futbolun yanı sıra tribündeki koreografiyi bekleme heyecanını da, 
bizlere bu gururun bir parçası olma mutluluğunu da yaşattıkları için, geceli gündüzlü emek veren 
ultrAslan'a sonsuz teşekkürler...

--------------------------------------------------------------------------------------------

 Öyle bir stad ki... Her taraf sarı kırmızı... Sahada Metin Oktay... Tribünde Alpaslan Dikmen... 
Karşıladılar seni Fatih Çalışkan, biliyoruz. Sarı-kırmızı atan kalbin, mekanını cennet eylesin...  



Ali Sami Yen Stadı Sadece Galatasaray'ındır

Özellikle Beşiktaş ile oynanacak derbi öncesi, fırsat kollayan gerek medya gerek Beşiktaş yönetiminden bazı isimlerin, stad konusu üzerinden Galatasaray taraftarının sinirlerini germeye çalıştığını gözlemliyoruz.

Ali Sami Yen Spor Kompleksi Türk Telekom Arena Stadı'nın Galatasaray'ın olup olmadığı konusuna değinmeyeceğiz bile. Galatasaray'a bu sözlerle yüklenmeye çalışan, cahilce konuşmalara giren diğer takım taraftarlarına bu konuyu bin kere de anlatsak anlamayacaklarını biliyoruz. Ancak Türkiye'deki bütün stadlar Gençlik Spor Genel Müdürlüğü'ne aittir. Sözde kendi cumhuriyetlerini kuranların, tribünlerini kendi yaptıkları stadlar da dahil!
Yalnız kullanım hakları klüplere devredilir. Galatasaray Spor Kulübü'nün yaptığı açıklamadaki gibi;

"Kulübümüz, Gençlik Spor İl Genel Müdürlüğü ile yaptığı anlaşmaya göre sadece milli bayramlar, Cumhurbaşkanlığı ve Başbakanlık faaliyetlerinde Ali Sami Yen Spor Kompleksi Türk Telekom Arena’yı herhangi bir bedel alınmaksızın tahsis etmekle yükümlüdür.

Ali Sami Yen Spor Kompleksi Türk Telekom Arena, Galatasaray Profesyonel Futbol A Takımı’nın iç saha maçlarının yanı sıra Kulübümüzün onay verdiği organizasyonlara ev sahipliği yapacaktır."

Yani bugün TFF Başkanı olan Yıldırım Demirören'in, Galatasaray Spor Kulübü'nün bu durumda hiçbir söz hakkı olmadığı yanılgısını insanların zihnine sokma çabası olsa da, Galatasaray tarafının bu teklifi kabul etmemesi halinde Beşiktaş'ın yapacağı hiçbir şey olmadığını akıllarda tutmak lazım.

Ali Sami Yen'in bugün aynı İnönü Stadında olduğu gibi, yıkılıp yeniden aynı yerinde yapılma planlarının olduğu sezon, Galatasaray'ın diğer kulüplerin stadlarına göz dikme yüzsüzlüğüne girmediği ve herkesin "zulümpiyat" tanımlaması yaptığı Olimpiyat Stadında maçlarını oynadığı unutulmamalıdır. Galatasaray gibi, Türk'ün Avrupa'ya hatta dünyaya açılan kapısı, Olimpiyat Stadının tüm çilesini çekmiş, ancak kolaylığa kaçarak kimsenin yanına sığınmamıştır.
Bu ülkede Atatürk Olimpiyat Stadı, İstanbul Büyük Şehir Belediye Spor Kulübü için mi yapılmıştır? Böyle bir durumda herhangi bir takımın gidebileceği tek stad orasıdır. Ya da böyle bir durumda gelemeyeceği tek stad Ali Sami Yen Türk Telekom Arena'dır!

Bugün gelinen noktada, dillerimizden düşürmediğimiz duruş kelimesinin anlamını, Beşiktaş taraftarının nasıl sergilediği ortadadır. Daha dün küfrettikleri "Ali Sami Yen"in adını taşıdığı komplekse girme hakkını asla elde edemeyeceklerdir.

Galatasaray yönetiminin böyle bir gaflet içerisine düşmeyeceğini umuyoruz.

Adnan Öztürk; “Beşiktaş niye Atatürk Olimpiyat Stadı’nda oynamasın? Hatta Fenerbahçe Şükrü Saracoğlu bile bence onlar için en doğru adres olur.”

Son olarak, bu düşüncelerimizin yanı sıra, Galatasaray ve ultrAslan pankartının yan yana, o stadda dalgalandığı fotoğrafı özellikle eklemeyi uygun bulduk. Düşüncelerimizden asla şaşmayacağız. Çünkü yanlış olmadığından eminiz.

Sen Tribündeki Biz , Biz Sahadaki Sen | Sabri Kaptan

Bazı futbolcular vardır, gol sevinçlerini içlerinde 'kendi başarıları' olarak yaşar..
Bazı futbolcular vardır, gol sevinçlerini takım başarısı olarak taraftarına koşarak yaşar..
Bazı futbolcular da vardır ki, taşıdıkları armaya aşık, formalarını var güçleriyle terleten, gol sevinçlerini 
aynı TARAFTAR gibi yaşayan..


Hep 'Yüreğin Yeter' demiştik bugüne kadar.. Çünkü biliyorduk ki, yeteneği olup da canı istediği zaman döktürüp istemediği zaman vasat birer oyun sergileyenlerin yanı sıra, Sabri sarı-kırmızı renkler uğruna elinden ne geliyorsa onu yapan nadir oyunculardandır aslında.
Çünkü biliyorduk ki, Sabri aynı bizler gibi bir Galatasaraylıdır her zaman..

Bu nedenle herkesin en ağır şekilde eleştirdiği dönemlerde, içimiz burkulurdu tribünlerde... Ama bil ki dün bizler de aynı SEN gibi Sarp'la birlikte sevindik...

Bizler Sabri kaptanı her zaman Bordeaux maçı sonrası çektirdiği 3'lü ile gözlerimizin önüne getirenlerdeniz. 

Hani o yine çok eleştirildiği dönemde.. Hani o Galatasaray forması önünde eğilerek şükrettiği..
Hani o teker teker taraftarını ayağa çağırdığı.. Hani herkese Cimbombom diye bağırttığı..
Hani o 3'lü sonrası önce kapalıya sonra eski açığa sonra numaralıya sonra yeni açığa eğilerek 
teker teker taraftarı selamladığı...

Hani o 3'lünün en asil, en gururlu hali!..


Gözlerindeki Galatasaray aşkı hiç bir zaman bitmesin Kaptan...