Tarih Bir Kere Yazıldı | 17 Mayıs 2000


Haydi oğlum!!! Haydi oğlum!!! GOOOOOOOLLLLLLLL!!!!
Gooooolllllllllllllllllllllllllllllllllll!!!!

Kupa bizim! Kupa bizim! Tanrım şu güzelliğe bakın!
TANRIM KUPA BİZİM!

Allah'ım sana şükürler olsun! Allah'ım sana şükürler olsun!


Biz daha iyisini yapana kadar...


Elleri Küçük Yüreği Büyük Adam | Fernando Muslera

       2010-2011 sezonu Galatasaray Futbol Takımı ve onun taraftarları için, hiç şüphesiz ki oldukça sıkıntılı ve zor geçti. Sezon bittiğinde nerdeyse herkes takımın 3-4 senede ancak toparlanabileceğini ve nerdeyse her mevkiye transfer gerektiği konusunda birleşti. O mevkilerden biri de hiç şüphesiz ki Galatasaray’ın kalesiydi. Biz taraftarları tatmin etmesi en zor mevkilerden biriydi bu kale. Kimlere hayran olmuştuk o kalede... ‘Tanrının Eli’ diye futbola giren terimin bizlere çağrıştırdığı isim Maradona değildi.
O el, Claudio Taffarel’di... Çok sevdi Taffarel, çok sevildi Taffarel.. ‘çogusel Taffarel’...

Bravo Taffarel! Taffarel, Taffarel, Taffarel… Taffarel, Taffarel Taffarel… 
Sen, böyle bir kurtarışın arkasından, penaltılarda da duracaksın o kalede Taffarel!

       Sonra Mondi’miz vardı bizim... Saygı duruşlarında bir Türk gibi duran, milli marşımızı söylemeye çalışan, güzel insan Mondi. Duası duamız, gözyaşları gözyaşımız oldu... Giderken en çok bize, taraftarına, teşekkür etti Ali Samiyen’i “I love you Mondi” diye inlettiğimiz adam.


       İşte bu yüzden boşluğumuz çok büyüktü... Sevmeye, güvenmeye, emanet etmeye ihtiyacımız varken O geldi. O gelmeden birçok insan tarafından artık klasikleşmiş ‘Galatasaray’a neden gelsin ki’ soruları sorulmaya başlandı. Zaten dünyanın en iyilerindendi, en bilinen file bekçilerindendi. Bilmeyenler de geçtiler internetlerinin başına, girdiler youtube’a, açtılar, izlediler onun kurtarışlarını. Bir futbolcu için genç sayılan, o 25 yaşına bir İtalya Kupası, bir İtalya Süper Kupası ve bir de Dünya Kupası Dördüncülüğü sığdırmıştı. Böylesine büyük başarılarla geldi belki de en çok sevileceği kulübe Néstor Fernando Muslera Micol...


       Uruguay basınına konuşan Muslera, “İspanya ve İtalya basınından birçok önemli teklif aldım ama benim tercihim Galatasasaray, beni en çok onlar istedi diyerek geldi başarılı eldiven.
Mondragon’dan sonra Orkun Uşak, Aykut Erçetin, Morgan De Sanctis, Leo Franco, Ufuk Ceylan ve Robinson Zapata’nın dolduramadığı o güven boşluğunu dolduracağını Copa America 2011 performansıyla adeta kanıtlamıştı Muslera. Bizler için evinin kapısına çelik kapı taktırmak gibiydi adeta böylesine bir başarı adamına kalemizi emanet etmek.
‘İl Castorino’ (küçük kunduz) lakaplı file bekçisi için verilen transfer bedeli hesap adamları tarafından oldukça yüksek bulundu. O insanlar yaparken hesapları - kitapları, bizim düşündüğümüz tek bir şey vardı.
Bizim için yemedikleriyle gurur duymak kadar, yediklerine kefil olacağımız bir kalecimiz vardı artık!
Galatasaray’la çıktığı ilk maçlarında, defansla uyumsuzluğu sonucu yediği goller sonrasından hemen eleştiri oklarının hedefi oldu Muslera.  ‘Biz demiştik’ demek isteyen insanlar vardı, eleştirildi, hatalı gollerinin sebebi olarak ‘elleri küçük’ bile dendi.
Küçük kunduz, 
küçük elli Muslera, 
sonra kalede devleşti, devleşti, devleşti... O, kalede tuttukça gelen topları, bizler düşünmeye başladık  sezon sonu onu nasıl tutacağımızı.


        Geldiği günden bu yana, çok kez maçın adamı olan Muslera’nın en çok konuşulduğu maç ise Manisaspor’la oynanan lig maçıydı. Bu sezon Galatasaray’da gol atmayan tek oyuncu olan Muslera, hocası tarafından onurlandırıldı ve kazanılan penaltı kendisine kullandırıldı. O topa doğru giderken gözlerindeki o heyecan ve sevinç ekranları başında onu izleyen taraftarın yaşadığı heyecandan farksızdı.  Gol sonrası yaşadığı mutluluğu gözlerine, gözlerimize öyle yansıttı ki tribünlerden bir kez daha en yüksek şekilde haykırıldı: “Muslera Muslera, I love you Muslera”.
Etik olmaktan çok uzak olunan bu sezonda bile kendisine penaltı kullandırtmanın etikliğini tartışanlar, Volkan Demirel’in her türlü hareketiyle aynı ülkede yaşayanlardı.


Ali Samiyen’de her maç sonrası çağrılsın çağrılmasın tribünlere gelen,
o ‘küçük elleriyle’ taraftarını alkışlayan
bu gülüşünü bizlerden esirgemeyen Fernando Muslera... 

O, Galatasaray’a çok yakıştı, Galatasaray ona çok yakıştı. Taffarel’le çalışmak onun şansı, o bizim şansımız oldu. Şampiyonluğa doğru atılan o emin adımlardaki en büyük pay sahiplerinden, 
elleri küçük yüreği büyük adam... 
O küçük ellerinle, nice kupalar kaldırmak dileğiyle...


'OZ'Büyücüsü

...Ayrımın 'FUTBOL' Hali...

Daha doğmadan seçiliyor renklerimiz aslında. Doğacak çocuk kızsa odası ve kıyafetleri pembe seçiliyor erkekse mavi... Erkeksen mavi nüfus kağıdın olacak kadınsa pembe. Bir oyuncak alınacaksa eğer, futbol topu ne yazık ki mavi nüfus kağıdı sahibinin oluyor. Yani daha küçükken futboldan bir adım uzaklaştırılıyor kadınlar. ‘Kadın’ ile ‘futbol’ sadece erkek muhabbetlerinde bir araya geliyor. Bu iki konunun bir araya gelmesi de erkek muhabbetlerinin yegane konusu olmaktan öteye gidemiyor.

Dünya üzerinde yıllardır konuşulan, tartışılan konuların başında gelenlerdendir cinsiyet ayrımcılığı. En çok ayrıştıkları ya da ayrıştırıldıkları konulardan biri de futboldur bu iki grubun.  Bu abilerimizin ve babalarımızın maç izlerken “önümden geçme!”  ikazıyla başlar “kadın futboldan ne anlar ya, söyle bakalım ofsayt nedir?” sorusuyla  son bulur. (sanki futbol sadece ofsayttan ibaretmiş gibi).  Futbol, kadın için, elinin hamuruyla karışılmaması gereken işlerden sadece birisidir onlara göre. Kendilerini bu alanda usta hissedenler kadınları çırak bile görmezler.

Oysa kadınlar da futbol sever.  Hem de öyle güzel sever ki. Onların da vardır gönül verdiği renkler. Onlar da giyer formasını, takar atkısını. Onlar da girer bilet kuyruğuna, koyar biletini cebine koşar aşık olduğu renklere. Onlar da takım sahaya çıktığında alkış tutar. Tezahüratlara eşlik eder, top rakipteyken ıslıklar onlar da... Atılan gole sevinir, yenen gole üzülür, kaçan pozisyona sinirlenirler. İşin özü, taraf olmanın taraftar olmanın tüm gerekliliklerini yerine getirir kadınlar. Ancak “kişilerin yaptığı kurumları bağlamaz” lafının çok konuşulduğu bu senede verilen bir kararla, erkeklerin yaptığı kadınları bağlamaz mesajı verildi ve şöyle söylendi: “kuralları ihlal ederek seyircisiz maç oynama cezası alan takımların karşılaşmalarını; kadın izleyiciler ile yanlarında anneleri olmak şartıyla on iki yaş ve altı çocuklar ücretsiz olarak izleyebilecek.

İlk bakışta lütufmuş gibi sunulan bu kararın alt metnini çok iyi okumak lazım. Seyircisiz maç oynama cezasına maruz kalan takımlar, kadın ve çocuk taraftarlarla dolu tribünler önünde maç yapacaklar. Kadınlar, tribünlerin ‘etkisiz elamanları’ sayılmış ve ceza, onlar üzerinden verilmeye başlanmıştır. Türkiye Futbol Federasyonu, böylesine ciddi bir kararı hiçbir hukuksal dayanağı olmadan vermiştir. Onlara göre tribünlere daha fazla kadın gelmesini sağlamak, güzel görüntüler oluşturabilmek için alınan bu karar aslında kadınlara ceza olmaktan öte bir durum değildir. Federasyon tarafından bir günde çıkarılan bu uygulama, Hollanda Ligi’nde Ajax-AZ maçı öncesinde Ajax kulübü tarafından önerilmiş, hatta ülkemizde övünmeye bile sebep olmuştu. Tam Hollanda bizi örnek alıyor diye düşünürken, Hollanda Futbol Federasyonu bunun anayasal bir ihlal olduğuna ve cinsiyet eşitliği kurallarına ters düştüğüne karar verdi. Tam da olması gerektiği gibi.

Peki kadınlar bu seyircisiz ama seyircili maçlara nasıl gidiyorlar. Çiçek atmak için mi? Erkeklerin yaratamadığı dostluk tablolarını yaratmak için mi? Hayır. Kadınlar bu maçlara ‘erkekleşerek’ gidiyorlar. Boş tribünler olana kadar, kadınlar gitsin zihniyetiyle tribünlere çekilen bu kadınları, cezaya sebebiyet veren erkekler “bizi aratmayın” diyerek yolluyorlar. Tabi kadınlar altta kalır mı “sizi aratmayacağız” diye cevap veriyorlar. Sonuç: yayıncı kuruluş tarafından sesi kısılan tribünler. Çünkü kendilerince tribündeki erkek boşluğunu bu şekilde kapatacaklarını düşünüyor ya da düşündürülüyorlar. Taraftarlıkları kabul görmediği için, böyle bir kabullendirme yolu seçiyorlar kendilerine. Federasyonun verdiği ceza da hükmünü kaybediyor böylece. Buna ceza da verilemiyor üstelik. Çünkü kadın ve çocuklar TFF’nin misafiri olarak maçlara akredite ediliyorlar ve TFF bu sebeple kulüplere ceza veremiyor. 

Seyircisiz maç demek taraftarsız maç demektir. Taraftarsız maç demek ne erkek ne de kadının olmadığı tribünler demektir. Futbolu yönetenler tarafından her ne kadar ‘etkisiz eleman’ olarak görülse de, taraftar kadın vardır ama ne yazık ki yine yenilen taraftır.




'OZ' Büyücüsü  

İNANanların Koreografisi | 22.04.2012 GALATASARAY - Fenerbahçe

Bu sene alınan tüm kararların Fenerbahçe lehine olduğunu her fırsatta dile getirmiştik. 
En yakın rakibine 9 puan fark atmış olan Galatasaray normal şartlar altında şampiyonluğunu Kadıköy'de ilan ederken, "şike skandalı" ile futbolumuza pisliği bulaştıran "taraf"ı koruyanların isteği ile derbiler oynanmaya devam ediyor. İlk maçı 3-1 kazanan, Kadıköy'de 2-2 berabere kalan Galatasaray'ımız yolun sonunda yeniden şampiyonluğa ulaşacak, 
bu mutluluğu bizlere aynı sezonda ikinci kez yaşatacaktır!..

He öyle olmazsa ne olur? 
"Hiçbir şeye değişilmez senin sevgin bu dünyada.." diye haykıran binlercesi yine Florya'da olur...



 Sahada oynanacak futbolun yanı sıra tribündeki koreografiyi bekleme heyecanını da, 
bizlere bu gururun bir parçası olma mutluluğunu da yaşattıkları için, geceli gündüzlü emek veren 
ultrAslan'a sonsuz teşekkürler...

--------------------------------------------------------------------------------------------

 Öyle bir stad ki... Her taraf sarı kırmızı... Sahada Metin Oktay... Tribünde Alpaslan Dikmen... 
Karşıladılar seni Fatih Çalışkan, biliyoruz. Sarı-kırmızı atan kalbin, mekanını cennet eylesin...  



Ali Sami Yen Stadı Sadece Galatasaray'ındır

Özellikle Beşiktaş ile oynanacak derbi öncesi, fırsat kollayan gerek medya gerek Beşiktaş yönetiminden bazı isimlerin, stad konusu üzerinden Galatasaray taraftarının sinirlerini germeye çalıştığını gözlemliyoruz.

Ali Sami Yen Spor Kompleksi Türk Telekom Arena Stadı'nın Galatasaray'ın olup olmadığı konusuna değinmeyeceğiz bile. Galatasaray'a bu sözlerle yüklenmeye çalışan, cahilce konuşmalara giren diğer takım taraftarlarına bu konuyu bin kere de anlatsak anlamayacaklarını biliyoruz. Ancak Türkiye'deki bütün stadlar Gençlik Spor Genel Müdürlüğü'ne aittir. Sözde kendi cumhuriyetlerini kuranların, tribünlerini kendi yaptıkları stadlar da dahil!
Yalnız kullanım hakları klüplere devredilir. Galatasaray Spor Kulübü'nün yaptığı açıklamadaki gibi;

"Kulübümüz, Gençlik Spor İl Genel Müdürlüğü ile yaptığı anlaşmaya göre sadece milli bayramlar, Cumhurbaşkanlığı ve Başbakanlık faaliyetlerinde Ali Sami Yen Spor Kompleksi Türk Telekom Arena’yı herhangi bir bedel alınmaksızın tahsis etmekle yükümlüdür.

Ali Sami Yen Spor Kompleksi Türk Telekom Arena, Galatasaray Profesyonel Futbol A Takımı’nın iç saha maçlarının yanı sıra Kulübümüzün onay verdiği organizasyonlara ev sahipliği yapacaktır."

Yani bugün TFF Başkanı olan Yıldırım Demirören'in, Galatasaray Spor Kulübü'nün bu durumda hiçbir söz hakkı olmadığı yanılgısını insanların zihnine sokma çabası olsa da, Galatasaray tarafının bu teklifi kabul etmemesi halinde Beşiktaş'ın yapacağı hiçbir şey olmadığını akıllarda tutmak lazım.

Ali Sami Yen'in bugün aynı İnönü Stadında olduğu gibi, yıkılıp yeniden aynı yerinde yapılma planlarının olduğu sezon, Galatasaray'ın diğer kulüplerin stadlarına göz dikme yüzsüzlüğüne girmediği ve herkesin "zulümpiyat" tanımlaması yaptığı Olimpiyat Stadında maçlarını oynadığı unutulmamalıdır. Galatasaray gibi, Türk'ün Avrupa'ya hatta dünyaya açılan kapısı, Olimpiyat Stadının tüm çilesini çekmiş, ancak kolaylığa kaçarak kimsenin yanına sığınmamıştır.
Bu ülkede Atatürk Olimpiyat Stadı, İstanbul Büyük Şehir Belediye Spor Kulübü için mi yapılmıştır? Böyle bir durumda herhangi bir takımın gidebileceği tek stad orasıdır. Ya da böyle bir durumda gelemeyeceği tek stad Ali Sami Yen Türk Telekom Arena'dır!

Bugün gelinen noktada, dillerimizden düşürmediğimiz duruş kelimesinin anlamını, Beşiktaş taraftarının nasıl sergilediği ortadadır. Daha dün küfrettikleri "Ali Sami Yen"in adını taşıdığı komplekse girme hakkını asla elde edemeyeceklerdir.

Galatasaray yönetiminin böyle bir gaflet içerisine düşmeyeceğini umuyoruz.

Adnan Öztürk; “Beşiktaş niye Atatürk Olimpiyat Stadı’nda oynamasın? Hatta Fenerbahçe Şükrü Saracoğlu bile bence onlar için en doğru adres olur.”

Son olarak, bu düşüncelerimizin yanı sıra, Galatasaray ve ultrAslan pankartının yan yana, o stadda dalgalandığı fotoğrafı özellikle eklemeyi uygun bulduk. Düşüncelerimizden asla şaşmayacağız. Çünkü yanlış olmadığından eminiz.

Sen Tribündeki Biz , Biz Sahadaki Sen | Sabri Kaptan

Bazı futbolcular vardır, gol sevinçlerini içlerinde 'kendi başarıları' olarak yaşar..
Bazı futbolcular vardır, gol sevinçlerini takım başarısı olarak taraftarına koşarak yaşar..
Bazı futbolcular da vardır ki, taşıdıkları armaya aşık, formalarını var güçleriyle terleten, gol sevinçlerini 
aynı TARAFTAR gibi yaşayan..


Hep 'Yüreğin Yeter' demiştik bugüne kadar.. Çünkü biliyorduk ki, yeteneği olup da canı istediği zaman döktürüp istemediği zaman vasat birer oyun sergileyenlerin yanı sıra, Sabri sarı-kırmızı renkler uğruna elinden ne geliyorsa onu yapan nadir oyunculardandır aslında.
Çünkü biliyorduk ki, Sabri aynı bizler gibi bir Galatasaraylıdır her zaman..

Bu nedenle herkesin en ağır şekilde eleştirdiği dönemlerde, içimiz burkulurdu tribünlerde... Ama bil ki dün bizler de aynı SEN gibi Sarp'la birlikte sevindik...

Bizler Sabri kaptanı her zaman Bordeaux maçı sonrası çektirdiği 3'lü ile gözlerimizin önüne getirenlerdeniz. 

Hani o yine çok eleştirildiği dönemde.. Hani o Galatasaray forması önünde eğilerek şükrettiği..
Hani o teker teker taraftarını ayağa çağırdığı.. Hani herkese Cimbombom diye bağırttığı..
Hani o 3'lü sonrası önce kapalıya sonra eski açığa sonra numaralıya sonra yeni açığa eğilerek 
teker teker taraftarı selamladığı...

Hani o 3'lünün en asil, en gururlu hali!..


Gözlerindeki Galatasaray aşkı hiç bir zaman bitmesin Kaptan...


Savunma Bu Şekilde Yapılır | Fatih Terim & Ali Dürüst Ayarı


       Bir süredir, özellikle Fenerbahçe ve Beşiktaş taraftarları ve taraflı medya, oynanacak olan Galatasaray - Orduspor maçı öncesi Culio üzerinden Galatasaray'a kendi kirliliklerinden bulaştırmaya çalışıyordu. Ancak 26.03.2012 tarihinde yayınlanan Telegol programında, gerçek savunmanın nasıl yapılması gerektiği dersi verilmiş, 'savunma' denilenin başkalarına 'çamur atmadan' kendini aklayarak da yapılabileceğini göstermiştir.

       Bir gecede sayısız yayına bağlanan Nedim Türkmen, karşısında Galatasaray adına yetkili kimsenin olmadığı programlarda, 'olaya vakıf olmayan' bilgisizleri rahatlıkla kandırabileceği açıklamalarda bulunmuştur. Bunun üzerine yayına bağlanan Ali Dürüst, Culio meselesine şöyle açıklık getirmiştir;

1- Galatasaray - Culio - Orduspor arasında yapılan sözleşme 3 tarafı da koruyucu niteliktedir. Galatasaray Culio'yu Orduspor'a satın alma opsiyonu ile kiralamıştır. Haziran ayına kadar Orduspor'da oynayacak olan Culio, Haziranda Orduspor ile anlaşır ise, Orduspor'un futbolcusu olacaktır. Ancak Culio ve Orduspor'un anlaşamaması durumunda Culio Galatasaray'ın futbolcusudur. Yani Orduspor herhangi bir nedenle bu futbolcunun parasını ödemezse, bu parayı Galatasaray ödemek zorundadır! Hatta Orduspor'un oyuncuyu satın alması durumunda da Galatasaray kiralama bedeli bu miktardan düşürülecektir.

2- Oyuncu ile ilgili bütün tasarruf Orduspor'un elindedir. Oyuncuyu oynatabilir, oynatmayabilir, kadro dışı bırakabilir.

3- Galatasaray ile Culio'nun herhangi bir görüşmesi olmamıştır. Ancak Culio gelip sezon sonu Orduspor'a gitmek istemiyorum derse oyuncunun, tercihine bağlıdır. Galatasaray'ın daha iki sene Culio ile mukavelesi vardır.

4- Şuanda yapılan herhangi bir sözleşme kimseyi bağlamaz. Haziran geldiğinde kalan parasını ödeyen Orduspor, Culio ile anlaşabilirse oyuncuyu satın alabilir.

5- Nedim Türkmen'in iftiralar yerine Galatasaray Kulübü'ne teşekkür etmesi gerekir. Çünkü Culio'nun iyi bir oyuncu olduğunu ancak Arda Turan Galatasaray'dayken onun yedeği olarak bir yabancı kontenjanının kullanılamayacağını Ali Dürüst Nedim Türkmen'e anlatmıştır. Mukavelesi de iyidir. Kiralama ücreti yüksekken, eğer Orduspor ile Culio anlaşırsa bu miktarı da düşeceğini açıklamış ve Orduspor'a böyle bir kolaylık sağlamıştır!

6- Bir oyuncunun bonservisini almadan yapılan sözleşme iyi niyet sözleşmesidir. Culio ile şuan yapıldığı söylenen sözleşmenin geçerliliği yoktur. Bonservisi almadan ve Culio ile sözleşme yenilenmediği sürece! Tekrar oyuncu ile mukavele yapılmalıdır. Oyuncu ile anlaşma sağlanırsa, alabilir.

7- Bonservisi bizde olan bir oyuncu ile ilgili Ali Dürüst veya Fatih Hocamızın takdir göstermesi de yadırganacak bir durum değildir.

       Galatasaray'a yüklenilmeye çalışılan diğer isimlere gelince; Yiğit ve Necati sorunu, Federasyonun aldığı yanlış bir karardan dolayı, ligler başlamışken transfer sürecinin devam etmesinden kaynaklıdır! Amrabat'la ilgili Federasyon'dan bize ihtar gelmiştir, savunmamız yapıldığı zaman herhangi bir ceza olmamıştır. Çünkü her şey usulüne uygun işlemiştir!

       Bu kadar açık ve net bir şekilde yapılan açıklamalardan sonra hala aklında soru işareti olanlar varsa bu tamamen yanlı düşüncelerinden kaynaklanmaktadır. Savunmanın nasıl yapılacağını öğreten Ali Dürüst'ün ardından aynı programa Fatih Terim bağlanmış ve yaptığı açıklamalarla herkese teker teker gereken cevabı vermiştir.

       Fatih Terim'in ilk cümleleri yapılan yayınla ilgili tebriklerini sunmasını ile başlamıştır;
"Biriniz yargıç biriniz savcı bir de bulmuşsunuz yalancı şahit hep beraber asıyorsunuz kesiyorsunuz!"
...
"Riera'nın formsuzluğu üzerine basın mensubunun sorduğu soruya karşılık olarak konuştum. Durduk yere konuşmadım. Ben de çok açık yüreklilikle 'Evet, eğer Arda'nın gideceğini daha önceden bilseydik Culio'yu bırakmayacağımı' söyledim.
Nedim Bey siyasete soyunacak. Bunun için bizi kullansın. Ama Galatasaray'ı kimse kullandırtmaz!
Bizi suçladınız, itham ettiniz. Galatasaray Kulübü veya herhangi bir kimsesi arayacak, oynamayın kardeşim mi diyecek? Gerekirse kaybederiz. Biz ne öyle bir şampiyonluk isteriz ne bir galibiyet isteriz! Bizim öyle bir huyumuz olmadı! 
Diyorsunuz ki Yiğit. Manisa maçında bize en iyi oynayan Yiğit!
Ocak ayında ben transfer ilan etmedim! Ocak ayında Federasyon transfer ilan etti. Ne zaman transfer edelim?
Amrabat deniliyor. Bize en iyi o oynamadı mı? Bunu siz söylediniz! Biz arayıp 'bize oynama biz seni alıcaz mı dedik?' Galatasaray Kulübü mensuplarının böyle şeylerle işi olmaz.
Ben burdayım. Nedim Bey şimdi konuşsun. Bizden oyuncu isterken kuzu gibi.
Devre arası verdiğimiz futbolcuyla konuşmak bize yakışır mı? Culio'yu devre arası isteme gibi bir olayımız olmadı. Mehmet Battal'ı Karabük istemeyince kendi oyuncumuzu dışarı mı atıcaz? Culio'dan insanların beklentileri var.
Biz kimseyi ama kimseyi hayatımız boyunca ayartmadık! Biz bir oyuncunun kafasını karıştırıp galip geleceksek, lanet olsun gelmeyelim arkadaş.
Bizim onlarca kiralık oyuncumuz var. Teknik adamlar takip ederler. Geri dönmeliler mi yoksa başka kulüplere verilmeliler mi. İyi teknik adamlar büyük kulüpler takip ederler.
Türkiye'de 20 senedir gönderdiğim tüm kiralık oyuncularım bana karşı oynamıştır! Kimseye madde koymadım! Koymayan tek antrenör benim! Yapmayın Allah aşkına! Galatasaray Spor Kulübü'nü, Fatih Terim'i alet etmeye çalışanlara prim vermeyin!
Diyorsunuz ki Fatih Terim'e Federasyon ceza vermeyecek mi? Neye veriyor? Kime veriyor? Nasıl nereye veriyor? Federasyon kimlere ceza veremiyor bize mi verecek?
Kiraya verdiğim diğer oyunculara da diyorum, orada iyi oynuyor inşallah bizde seneye daha iyi oynayacak.
Benim teknik olarak belki de vermeyeceğim futbolcuları da vererek, Orduspor Başkanına yardım ettik."

       Bu konuşmalardan sonra anlaşılıyor ki Galatasaray'ın açıklamasını yapamayacağı, hiç bir karalama bulunmamaktadır. Dün gece yaşanan bu olay sonrası, Ali Dürüst ve Fatih Terim günlerdir Galatasaray'a çamur atmaya çalışan ve kendi pisliklerini yine Galatasaray'ı örnek göstererek kapatmaya çalışanlara ders vermiştir. Farkındaysanız, "Fenerbahçe de şunu yaptı", "Beşiktaş da bunu yaptı" vs şeklinde değil, "Galatasaray'ın böyle şeylere ihtiyacı yoktur", "Galatasaray böyle işlerin içinde asla bulunmaz" adabıyla kulübümüz savunulmuştur.
Bizim uzun süredir anlatmaya çalıştığımız ve "Ve Söz Savunmanın. Ya da Savunulacak Sözü Olmayanların" isimli yazımızda da dile getirdiğimiz, olması gereken üslup işte budur!

       Orduspor Başkanı Nedim Türkmen'e gelince, "Binlerce Dansöz Var" isimli yazımız onsuz pek bir eksik kalmış anladığımız kadarıyla. Fatih Terim yayına bağlanmadan önce futbolcusunun ayartıldığını, Ali Dürüst bağlanmadan önce Galatasaray'ın futbolcunun aklını çeldiğini dile getiren Türkmen, sonradan "Galatasaray'a teşekkür ediyoruz. Bizlere çok yardımları dokunmuştur. Zaten Galatasaray Kulübü karalanmaya çalışıyor. Kulüpleri bu oyunun içine basın mensupları çekmeye çalışıyor" demeye başlamıştır.

       Ayrıca burada çarpıtılan diğer bir konu da Culio'nun açıklamalarıdır. "Galatasaray'a karşı oynamak istemezdim. Ama bir profesyonelim takımıma ve taraftarıma saygım var. Bu nedenle çıkıp oynayacağım." şeklinde konuşmuştur. Sahaya çıkıp oynamamazlık mı yapmış? Oynamayacağım mı demiş?

    Son olarak bugün Adnan Öztürk'ün yapmış olduğu açıklamalar, tam da bizim anlatmak istediğimiz şeylerin kısa özeti olmuştur. Mahkemede İlhan Ekşioğlu'nun avukatı dün akşamki yayını öne sürerek Emenike konusunda yine yine yine Galatasaray'ı örnek göstererek kendini sözde savunmaya çalışması üzerine;
"İnsanlar kendi işlerine baksınlar. Oturuyorlar mahkeme salonunda Galatasaray'ın bilmem kaç sene önceki olaylarını göstermeye çalışıyorlar. Kimse Galatasaray'ı bu anlamsız tartışmaların içine çekmeye çalışmasın. Galatasaray'ın nezaketini daha fazla zorlamanın anlamı yok. Bunun kimseye faydası olmaz."

"Cevap vermesini biliriz. Allah'a şükür cevap vermekle ilgili en ufak bir problemimiz yok. Hatta aynı taktiği güdersek bizde malzeme çok! Spor tarihinde olmadığı kadar malzeme çok! Ama biz kendi işimize bakmayı tercih ettik." 


"Galatasaray küçük hesapların camiası değildir. Galatasaray şark kurnazlıklarının camiası da değildir. Galatasaray'da yaygara kültürü de yoktur. Biz kendi işimize bakarız, biz kurallara göre de hareket ederiz. Hukuka saygı duyarız." 

       Bu sancılı ve kirli sürece, adı karışmamış, karışmayacak ve asla karıştırılamaycak olan Galatasaray Spor Kulübü'nü kendi kirli takımları gibi zannedenler için, yaptıkları yapacaklarının teminatı olan hocamız Fatih Terim dün gece itibariyle neden "İmparator" adını hak ettiğini herkese bir kez daha göstermiştir. Galatasaray adını ucuz oyunlara alet ettirmeyecek olan hocamız ve yöneticilerimiz başımızda olduğu sürece bazıları, kendisi çalıp kendisi oynamaktan bir adım daha öteye gidemeyecektir.

 Ne demiştik kısa bir süre önce;


...Bizi bilen bilir, bilmeyen kendi gibi bilir...

fenerbahçe 2 - 2 Galatasaray | Alnınızdaki Kanlar Alnımızın Akıdır!

Baskın Basanındır
Gecenin bir vakti, meşalelerle tesisleri basmak elbette ki övünülecek bir iş değildir. Ancak tabiri caizse klavye başından "Florya Metin Oktay Tesisleri'ni bastık" haberleri çıkaran fenerbahçeli kfy grubu, güya bir kaç gün öncesinde çıkan "truva" esprisine gönderme yapayım derken, kendi taraftarlarının bu duruma inanmalarına sebep olmuşlardı.  Sonrasında olanları anlatmak olmaz sanıyoruz. Bu sebeple "bir gece ansızın gelebiliriz..." diyerek sözü, baskını yapanlara, videoyu hazırlayanlara bırakıyoruz;

Boşuna dememiştik;
"Sizin Hayallerinizin Bittiği Yerde Bizim GERÇEKlerimiz başlar"

Daha önce "deplasmanıma dokunma" isimli yazımızda bu konudaki hassasiyetimizi anlatmaya çalışmıştık. Bu sezon alınan bu kararı “Fenerbahçe taraftarını koruma yasası” olarak adlandırmak tam da yerinde olur. Sonuçta derbilerde diğer takım taraftarları özellikle “şike” konusunda Kadıköyü mutlaka inletecekti. 
‘Bu kaos ortamında’ çıkabilecek çatışmaları önlemek adına(!) kaos ortamının çıkmasına sebep olanların lehine alınan bu karardan dolayı, Florya’dan bizlersiz uğurlamak zorunda kalacaktık takımımızı. Ancak binlerin hatta milyonların kalplerinin onlarla attığına inandırmak vardı, futbolcuları da teknik heyeti de… Tam da öyle oldu işte… Değil Türk futbol tarihi, dünyada böyle bir uğurlamanın daha yapıldığını sanmıyoruz.





Takımımızı Florya’dan uğurladıktan sonra heyecanla maç saatini beklemeye başlamıştık. Elbette ki heyecan doruklarda… Derken ekranda bir şeyler beliriyor ve bir arkadaş bağırıyor mekanda “koreografi açılıyor arkadaşlar…” 

Bakıyoruz biz de ekrana… 
Bakıyoruz…
Bakıyor…
“Lan o ortadaki ne?”
“şiii nerden ne çıkıcak şimdi 3D’ydi hani?”
“eeee? Devamı?” 
“aha bu kadarmış! Nasıl yaa?!”
Ve birden büyük bir kahkaha patlaması!.. Tebrikler Fenerbahçe taraftarı!
=)

''Galatasaray nerede olursa olsun kazanmak için oynar. 
Kazanır ya da kaybeder ama kazanmak için oynadığı gerçeğini değiştirmez.'' 
Fatih Terim


Maç günü İmparatorumuzun gözlerinin içine bakıyoruz. Hırsı, inancı, kazanma arzusu, cesareti, futbolcularını olduğu kadar bizleri de motive ediyor, güven veriyor. Özlenen o ruhu hissediyoruz, birlik beraberlik adımları atılıyor İmparatorumuz önderliğinde. Fatih Terim'in düşüncesinde ne geri çekilmek vardır ne de beraberliğe razı olmak... Fatih Terim için nerede olursa olsun kazanmak vardır. Toptan korkmayan, pas yapan, baskılı bir Galatasaray izletiyor bizlere Kadıköyde. Özlenen 'o ruhu' sadece bizlere hissettirmiyor.
Maç başlar başlamaz daha ilk dakikalarda Fenerbahçenin oyun mantığı belliydi aslında. Gariptir ki planını resmen Galatasaray'ın eksilmesi üzerine kurmuş bir takımla karşı karşıyaydık. Melo üzerinden bu hayallerini gerçekleştirmek üzere neredeyse bütün fenerbahçeli futbolcular var güçleriyle savaştı. Bunların içinde en çok dikkat çeken ise, genellikle herkesin efendiliğinden söz ettiği Gökhan Gönül'dü... İlk 20 dakikası sancılı geçen maç, Galatasaray'ın kalan dakikalarda oynadığı futbolla eze eze, ancak berabere tamamlandı. Kimse nedense bahsetmese de, yıllardır süregelen şey yine oldu ve Emre Belözoğlu tüm hak etmelerine rağmen, yine kırmızı kart görmeden maçı tamamlamış oldu. Net 5 tane sarı, hatta 1 tane kırmızı kartı hak eden Emre sayesinde bir kere daha anladık ki, ona kırmızı kart gösterebilecek ilk hakemin derhal MHK'nin önüne büstü dikilmelidir.
Fatih Terim, Hasan Şaş ve Elmander'in alınlarındaki kan, bizlere daha önce de Gerets'le yaşadığımız gibi ''Sarıyla Kırmızıyla Alnımızın Akıyla'' şampiyonluğu getirecektir elbette ki. Ancak sizlere mazinizde yer alan diğer niceleri gibi, bir utanç daha eklemiştir...
Onca üstünlüğe rağmen berabere biten maç bizleri kahretse de, sahada oynanan oyun play-off'lar açısından umudumuz olmuştur. Kaldı ki 'deplasman yasağı' yanı sıra diğer bir 'fenerbahçeyi koruma yasası' gereği başımıza çıkarılan 'play-off' olmasaydı, resmen şampiyonluğumuzu Kadıköy'de ilan etmiş olacaktık. 
Bunun mutluluğuyla Florya'da takımımızı karşıladık. 


Yakılan meşaleler, yapılan tezahüratlar, taraftarın tesislerin içine alınmasıyla birlikte, futbolcular ve teknik heyetle kucaklaşma... Bunların hepsi play-off'ta yapılacak maçlarda alınacak galibiyetlerin temelleriydi aslında. Bir yandan da normal şartlar altında aslında almış olduğumuz şampiyonluğun kutlamaları... Şimdi akılları sıra 'beraberliğe seviniyorlar' diyenler, 2-0 öne geçtikleri maçta 90 dakika tamamlansın diye dua ettiklerini nasıl gizliyorlar anlamak güç. Evet, bir kez daha elimizden kurtuldu fenerbahçe kadıköyde. Ama unutulmasın. Sizin için lig daha bitmedi!..

'Başarı' kavramını yalnızca 'Kadıköy'de Galatasaray'ı yenmek' olarak kabul edenler bilmelidir ki; Bizler için kriter olarak şampiyonluklar, kupalar esas alınmıştır. Nitekim en yakın rakibine 9 puan fark atıp , şampiyonluk yolunda emin adımlarla ilerlemenin sevincidir, yaşanan. Şampiyonlar ligi özleminin son bulmasının yarattığı heyecandır, meşalelerin yakılmasına sebep. Galatasaraylılık kültürü ve duruşu bunu gerektirir. 
Bu vizyona sahip olmayan fenerbahçeli taraftarlardır, sadece 2-2'ye sevinen.

Bizler bu kenetlenmenin sonucunu, 2000 ruhu'ndan iyi bildiğimiz için kaldığımız yerden haykırmaya devam ediyoruz;




...Şampiyonluk Şarkısı Düşmesin Dillerden...



TFF Başkanı Belli oldu!.. Başımız Sağolsun..


     Hasta adam olarak nitelendirilen Türk futbolu gün itibariyle hastalıktan çıkmış ve tamamen toprak altına girmiştir. 2000'li yıllarda Galatasaray sayesinde muasır takımlar seviyesine çıkardığımız Türk futbolu, bugün “Yıldırım” ortak çatısında buluşmuş ve Türk futbolunun üzerine düşmüştür. 

     Galatasaray Spor Kulübü adına Adnan Öztürk'ün, Demirören'in adaylığını açıkladığı an;
"Türk futbol tarihinin en riskli ve problemli döneminde devam eden adli süreçte ismi geçen kulüplerden herhangi birisinin, herhangi bir yöneticisinin, TFF Başkanlığına aday olmasının Türk futbolunun geleceği için sıhhatli olmadığına inanıyoruz." açıklamasında bulunmuştu.

     Bu, her şeyi içeren kısa açıklamanın ardında yatan pek çok gerçeği aslında aklı selim herkesin bildiğini düşünüyoruz. Öyle bir dönemeçteyiz ki, futbolda şike davası sürerken, Türk futbolunun nereye gittiği konusunda herkesin endişeye kapıldığını zikrettiği dönemde, Türk futbolunu kurtarmak adına getirilen isime bakıyoruz şimdi...

"Fenerbahçe'yi düşüren başkan olarak anılmak istemiyorum" korkusuyla
"arkamdan dümen çevirdiler", "hakkımda ağır konuştular" bahanesiyle,
şimdi onun koltuğuna oturan Demirören'in "önergeyi çekelim, seçime gidelim" gazıyla,
Mehmet Ali Aydınlar istifasını sunmuş, Türk futbolunu daha büyük bir kaosun içine sürüklemişti.

     Bunun üzerine Yıldırım Demirören "Şu ana kadar 8 kulüp gündemde. Maalesef  Fenerbahçemizin adı herkesten çok geçiyor." demiş ve rengini tamamen belli etmişti. 

     Beklenen oldu başta Fenerbahçe olmak üzere, öncelikli olarak iddianamede adı geçen 8 kulübün tamamının desteğiyle Yıldırım Demirören TFF Başkanlığına aday oldu.

     Yaptığı hatanın kendisi de farkına varmış olacak ki, adaylığını açıkladığı zamanki konuşmasında kendisini desteklemeyen iki kulüp için,
"Genel kurul bizleri takdir ederse, Galatasaray gibi, Galatasarayımız gibi ve Bursasporumuz gibi büyük takımların da federasyon başkanı olarak hep beraber bu mücadeleyi yapacağız" diyerek güya tüm kulüpleri kucaklamışcasına, ancak iki kulübe de göz dağı vererek, "Galatasarayımız" kelimesi ağzına yakışmadığı için öncelikle "Galatasaray gibi" demiş sonrasında yaptığı sürçülisanı(!) düzeltmiş ve konuşmasını tamamlamıştı.

     Şike davasıyla sarsılan Türk futbolunun başına, kendi döneminde şike suçlamasına maruz kalan kulübün başkanı getiriliyor oluşu başlığımıza koyduğumuz baş sağlığının sebebidir.

     Yıldırım Demirören küme düşürülmeye ve hatta puan silmeye karşı olduğunu, UEFA'ya kafa tutulması gerektiğini ve hatta gerekiyorsa Avrupa'ya gidilmeyeceğini rahatlıkla dile getirebilmiş birisiyken,
kulübümüz haksız yere suçlanıyor, bizler suçsuzuz diyememesi dikkat çekici olmuştur elbetteki...

     Unutulmasın! Kendi seyircisi tarafından dahi her maç "yeeterr yıldırım demirören yeteerrr" tezahüratlarına maruz kalan, başkanı olduğu kulübü tekelleştirip milyonlarca dolar borcun altına sokmuş, birçok futbolcusuyla takımı mahkemelik etmiş ve sözde rakibini “fenerbahçemiz” diye sahiplenerek son derece onursuz duruş sergilemiş olan Yıldırım Demirören'dir federasyon başkanlığına getirilen.

     'Anadolu kulüplerinden şampiyon çıkmasını istemediği'ni açıkça dile getirdiği halde Kulüpler Birliği başkanı olmasına zamanında şaşırmamıştık.
Ancak rengi bu kadar belli olan birinin TFF Başkanı dahi yapılabileceğine bizler bile şaşırıyoruz artık.

     Yıldırım Demirören'in adaylığından daha fazla sorgulanması gereken olay ise kendisine destek veren kulüplerdir belki de. Bu kulüpler içinde acınası tavrıyla tek şaşırtmayan takım Fenerbahçe olmuştur. Bizleri şaşırtan “Anadolu kulüplerinden şampiyon çıkmasını istemem” diyen şahısa destek verdiklerini beyan eden kulüplerdir. Her fırsatta İstanbul takımlarına adeta savaş açan, haklarının yendiğini söyleyen kulüpler, anlaşılması güç bir düşünceyle Demirören'i adayları olarak belirlemişlerdir. 

     Yıllardır Türk Milli Takımı ve Türk Futbolu üzerinden, neden Avrupa takımları gibi olunamadığı sorgulanırken bu zihniyetteki bir şahıstan neyin başarısı beklenmektedir? Bir kulübü yönetmekten aciz bir insanın eline futbolu bırakmak, kurda kuzu emanet etmekten ne kadar farklıdır? İşin en ciddi boyutu ise, başkanı olduğu kulüp şike soruşturmasında yargılanırken nihai kararı verecek olan makama adaylık nasıl bir mantık hatasıdır?

     Galatasaray Spor Kulübünde hiçbir başkan 'yalnızca şampiyonluğu' başarı olarak kabul etmez/edemezken,
Türkiye'de kazanılan şampiyonluğu, en çok Avrupa'ya gidişi sağladığı ve oradaki başarılara ulaşmanın bir aracı olduğu için "başarı" kabul ederken,

Ali Sami Yen'in kuruluş amacı olarak
"...bir renge ve isme sahip olmak, Türk olmayan takımları yenmek..." sözlerine dayanarak vizyonunu buna göre belirlerken,

Nasıl olur da "Gerekirse Avrupa'ya gitmeyiz" diyebilecek kadar sığ bakış açısıyla yola çıkan birisini Türkiye Futbol Federasyonu başkanı olarak kabullenebiliriz?

      Öncelikle "hiç kimsenin gözünün yaşına bakmam" gibi sert ve net çıkışları olan Kürşat Tüzmen'in adaylığını çekmesi, ardından Demirören'in karşısında oy alabilecek tek isim olan Ata Aksu'nun centilmenliği, bizlerin de aklımızdaki soru işaretlerini netleştiriyor. Anlaşılan o ki bugüne kadar türlü türlü manevralar yapan Demirören, bu sefer de söylediklerinin aksine Avrupa konusunda söylemlerinden sapmış, şimdilik doğru yolu bulmuş görünüyor. Ancak yarın ne olacağını kimse bilemez. 

      Açıkçası; Galatasaray Spor Kulübü delegelerinin oy kullanmaması adına gururlansak da...
Bursaspor Yönetimini tebrik ediyor ve "aynı tepkiyi, bütün yöneticilerimizden beklerdik" diyoruz...
Kulüp adına, başkan ve yöneticilerimiz Demirören'in açıklamalarından, vaadlerinden tatmin olmuş olabilir. Ancak bizim zerre kadar inancımız söz konusu değildir. 
Bizim için Türk Futbolunu öldürmüşlerdir... Bunda Galatasaray delegelerinin oyu olmasa da sessizliği -her ne kadar ses getirseler de bir şey değişmeyecek olsa da- ile etkisi olmuştur.
Üzgünüz.


Cimbom Başı Dik Yürür..


Bugün 26 Şubat 2012...
AliSamiYen'inimizde yeni bir zafer alarak evimize döndük...
Bugün Galatasaray Beşiktaşı 3-2 mağlup etti...
Hepimiz mutluyuz... Derbiyi kazanmanın keyfi bambaşka...

Hayır hayır... Bugün derbiyi anlatmak, derbiyi konuşmak istemiyoruz. 
Saat sabahın dördü...
Ve kulaklarımızdan o müzik, gözlerimizin önünden
o heyecan, o coşku, o hüzün, o gurur gitmiyor!!!

ultrAslan! ultrAslan UNI!!! 

Söyleyecek söz bulamamaktan korkuyoruz aslında sanırım. Ama bugün hepimiz ağlamakla gülmek arasında gidip geldiğimiz dakikalar yaşadık...

Koreografi açılmadan önce öyle bir stresli bekleyiş vardı ki, anlatmanın imkanı yok. 
Ortam gergin. Öyle güzel hazırlanmış ki her şey, hiç bir kusur olmaması için heyecanla bekleyen pek çok ultrAslan!..
Ve birden muhteşem müzik eşliğinde kartonlar ve o muhteşem görüntü çıkıyor...


Bizler tribünlerden bile görebildiğimiz İmparator'un duygulanmasına mı içleneceğiz,
harika olduğunu düşündüğümüz koreografiye mi sevineceğiz, yoksa "işte buuuu!!! işteee işteeeee" diye çığlık çığlığa kalan koreografinin emektarlarının sevinmeleri, coşkuları, birbirlerine sarılmalarına ve yaşadıkları haklı gurura mı bakacağız, bilmiyoruz...

Bugüne kadar her koreografimiz ders niteliğindeydi... 
Bugün ki ise... Başkaydı yahu!..

Evet saat sabahın 4'ü olmuş... Evimize geldiğimizden beri belki de 4bininci izleyişimiz yeniden...

Bugün ultrAslan kazandı... Bugün Galatasaray kazandı... 
Bugün KAZANDIK... 




İmparator... 
Bugün ultrAslan'a bu bakışın var ya...
İşte sen de taraftarına, sana aynen böyle baktırıyorsun. 


Bu takım... Bu ruh... 
Bu aşk...


Biz daha iyisini yapana kadar en iyisi bu değil mi hocam?




Yok yok... Biz buraya sayfalarca yazsak da fotoğraflar da eklesek olmayacak sanırım. 
En iyisi görüntüsünü koyalım ve susup izlemeye devam edelim artık...





...Fikrimiz Değişmedi...


Taraftar...
Takımına gönülden bağlı insan...

Bu kelimenin anlamı herkes tarafından aynı şekilde algılanıyor mu sizce? Ortada bir gönül bağı olduğu tartışılmaz, ama gerçekten takıma mı bu gönül bağı?

Bugünlerde, taraftarlık dersi verdiğini iddia eden bir topluluk var Türkiye’de.
“Fenerbahçe taraftarı”. Ama tarafında oldukları şey takımları değil, içerideki başkanları...

Aylardır sürmekte olan şike operasyonunda, daha ilk günden itibaren, takımlarını bir tarafa bırakarak kendilerini adliye önlerine atmayı tercih etmiş ve bununla övünen bir kesim var. Aziz Yıldırım’a sahip çıkmayı, fenerbahçe’ye sahip çıkmak sanan bir kesim. Sabahlara kadar adliye önlerinde bekleyerek, meşaleler yakarak, bağırıp çağırararak taraftarlık taslayanlar.. Kimin uğruna o sabahlamalar, haykırmalar.. Takımınızın adını şikeye bulaştıran , bugün sizi küme düşürülme noktasına getiren başkanınız için. Avrupa’da oynamaktan men etmiş, konuşmalarında “s….rim böyle fenerbahçe’yi” demiş, “şampiyonluklar masa başında kazanılıyormuş öğrendim” demiş insanın peşinden gittiniz.

Teknik direktörünüz bile çıkıp ” bu ülkede hız sınırı aşılmış ama radara sadece fenerbahçe yakalanmış “derken peşinizden gittiğiniz adam mahkemede kendisini “ben burada size “fenerbahçe şike yapmamıştır ama Galatasaray yapmıştır” diye savunacak kadar komik durumlara düşürmüştür. Üstelik bir Uefa maçı için söylemiştir bu sözü. Siz de sorgulamadan bunu da kabul ettiniz, hatta daha da ileriye gidip kanalınızda o maçın tekrarını verdiniz. “Lig’den çekilme talebimizi federasyona ileteceğiz” laflarıyla mağdur edebiyatı yapıp yine gündem değiştirdiniz.
Sizler bizlere taraftarlık dersi verecek son insanlarsınız şu ülkede. Bizler tribünlerde olmamız gereken yerde, tek yumruk ”hiçbir şeye değişilmez senin sevgin bu dünyada” diye haykırırken sizlerin taraftarlığı, o ellerinizi, bir Galatasaraylı gördüğünüzde 6 işareti yapmaktan öteye gidememiştir. Bizler Avrupa’nın en büyüğü olup meydanlara dökülürken, sizler isimler için metris konvoyları oluşturmayı taraftarlık zannettiniz. Bizler Avrupa’nın en iyi koreografi showlarını yapan taraftar grupları arasında gösterilirken, taraftarlık dersi verdiğini iddia eden sizler ters pankart açarak kendi kendinizi rezil ettiniz. Bir zamanlar “katil” diyerek haykırdığınız adama “kaptan”ünvanı verdiniz. Yaratıcılığınız “beni yak kendini yak Mamadou Niang” dan öteye gidemediği için, başkanınızın dev posteri altında Kadıköy’ü çalıntı slogan pankartlarla süslediniz. "Fenerbahçe taraftarı Atatürk'ün izinden gider, siz cemaatçiler anlayamazsınız" dediniz, başkanınız “başbakanla aramıza kimse giremez diye açıklamalar yaptı. İzinden gidiyoruz dediğiniz Atatürk’e suikast girişiminde bulunan insanlardan bihaber olup kendi içinizde bir cumhuriyetten bahsettiniz. Kayınpederi sayesinde bir gazetede spor haber müdürü olan insan bir koreografimiz için “sarı kırmızıyı anladık da o yeşil ne onu anlayamadık “dedi onun şakşakçılığını yaptınız ama dönüp kendi armanızdaki sarı kırmızı yeşile bakmadınız. Akp kuruluşunda bir numaralı yandaşı olan Ülker ile basketbol şubenizi birleştirdiniz ve bizleri cemaatçi olmakla suçladınız.
Siz, baştan kaybetmiştiniz.. Ama 14 yıllık adamı 104 yıllık takımınıza tercih etmekle ortadaki "0"rakamından asla öteye geçemeyeceğinizi bir kez daha gösterdiniz. Ama bir dakika.. Siz içinde "Galatasaray" geçmeyen cümlelerden anlamıyordunuz değil mi? O zaman şöyle söyleyeyim. Biz sizin için kendinizi savunmanızda bile kullanmanız gereken "Büyük Kulüp" iken siz bizim için "iyi ki Galatasaraylıyım" deme sebeplerimizden sadece birisiniz.




Ve Söz Savunmanın! Ya da Savunacak Sözü Olmayanların!




      "En iyi savunma saldırıdır." 

      Aziz Yıldırım’ın sözde savunma adı altında yapmaya çalıştığı şeyin özetidir belki de... Ancak birilerinin kendisine savaşta değil de mahkemede olduğunu hatırlatma vakti çoktan gelmiştir. Başkanlık yaptığı süre zarfında, hiçbir Galatasaray başkanının görmediği kadar, Galatasaray başarısı gören Aziz Yıldırım, bu “hazımsızlığı” yıllardır sarfettiği cümlelerle dile getirdiğinden dolayı olsa gerek, mahkemedeki şu cümleleri çok da şaşırtmamıştır esasen; 
"Fenerbahçe 5 kuruş almadan stadını yaptı, devlet Arena'ya 600 milyon TL harcadı."
Bir alıntıyla hatırlatalım; "sahası olmayan Fenerbahce, uzun süreden beri futbolun ilk oynandığı yerlerden biri olan papazın çayırı yerine kurulan stadı istiyordu. Devreye Maliye Bakanı Saraçoğlu girdi. Tek maddelik bir yasa çıkardı. 'aynı semtte kurulmuş faaliyet gösteren kulüplerin sayısı 1'den fazlaysa o semtte üye sayısı daha fazla olan kulüp 
faaliyetlerine devam eder' diyordu. Saraçoğlu, sahayı hemen Fenerbahçe'ye kiraladı. Saraçoğlu bu esnada Adliye Bakanı oldu. Stadın mülkiyetini Fenerbahçe'ye devretti. Hem de göstermelik bir rakam olan 1 Türk Lirasına."

      Savunmasının tamamını fanatizm içeren  cümlelerle dolduran Aziz Yıldırım, sonra da stad konusunu gündeme getirerek konuyu Galatasaray’a bağlamaktan kaçınmamıştır. Fakat bu da diğerleri gibi içi boş bir savunma olmaktan öteye gidememiştir. Kendisine yönelik suçlamaların içinde ne Galatasaray ne Ali Sami Yen Spor Kompleksinin adı bile geçmezken, kendisine yöneltilen her suçlamada sözü Galatasaray’a bağlayan Aziz Yıldırım, bu tutumunu devam ettirmiştir. Her zamanki gibi kendi tarihinden bihaber tutumuyla, bilmeden yorum yapmaya kalkmış fakat yine hüsranla sonuçlanmıştır.

      Söylediğimiz gibi savunmasında “ben suçsuzum, biz suçsuzuz, asla teşvik şike yapmadık.” cümleleri kurması gereken Aziz Yıldırım, bakın bu operasyonu neye bağlıyor;
16.02.2011 Tarihinde Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürü GALATASARAYLI NAZMİ ARDIÇ, ‘Organize Suç Örgütü liderliğini Olgun Peker isimli şahsın yaptığı suç örgütünün eylemlerinin ve yapısının tüm yönleriyle deşifre edilebilmesi amacıyla ’iletişim ve kayda alınmasına ihtiyaç duyulmaktadır’ diyerek dinleme kararı almak için Beşiktaş’taki Özel Yetkili Savcılığa müracaat etmektedir.
Ne tesadüftür ki, Galatasaray Kongre üyesi Savcı Zekeriya Öz hemen aynı gün 12.Ağır Ceza mahkemesi Başkanlığından ’suç örgütü kurmak ve buna bağlı olarak örgütün faaliyetleri’ diyerek benim için 3 aylık dinleme talebinde bulunmuştur.”
Tapelerde konuşmaların nasıl olduğunu tüm Türkiye gördüğü halde, hala bir şey yokmuş gibi bunlara Galatasaray’lı kişilerin sebep olduğunu ima etmektedir. 
Aynı mantıkla ilerlersek eğer;
Şikeye bulaşmış isimler de Aziz Yıldırım’a pek tanıdık geliyordur herhalde. Alaattin Yıldırım, Tamer Yelkovan, İlhan Yüksel Ekşioğlu, Serkan Acar, Eskişehir Teknik Direktörü Bülent Uygun, Sivasspor Başkanı Mecnun Odyakmaz… Ne garip bir tesadüftür ki Fenerbahçe’li olduğu bilinen kişilerdir hep suçlamaların odağı. Ama kesin bunların sebebi de Galatasaray Kongre üyesi Savcı Zekeriya Öz ile Galatasaray’lı Nazmi Ardıç’tır.
Aynı Fenerbahçe'yi Avrupa'dan men eden UEFA gibi. Ortada hiçbir suç yok. Ancak Galatasaray'lı savcılar ve sarı-kırmızı UEFA, Fenerbahçeyi suçlamaktadır.

      Fenerbahçelilerin hayal dünyasından gerçeklere, 7 Kasım 2000 tarihine dönelim Aziz Yıldırım için. G.Rangers-Monaco maçı berabere bittiğinden dolayı Galatasaray’ın S.Graz ile beraberliği, iki takım için de Şampiyonlar Ligi’nde devamını sağlayabileceğinden, son dakikalarda iki takım da paslaşmalarla maçı tamamlamıştı. 
Gariptir ki, kendi kulübü hakkında onlarca maç gözler önüne sergilenebilirken, kendini savunmaktan Aciz Yıldırım, Galatasaray’ı bu maç ile kirletmeye çalışmıştır. Rangers – Monaco maçının berabere bitmesi de acaba teşvik kapsamımız içerisinde miydi merak ediyoruz. Gerçekten sağlam bir mali yapı içerisindeymişiz demek ki. 
O dönemde Galatasaray, Fenerbahçe gibi yalnızca evinde maçlara çıkmıyordu. Sonuçta kendisi için yeterli olan sonucu aldıktan sonra kendini geri çekmesi gayet normal değil midir? Karşı taraf için de bu durum yeterlidir. Nasıl ki bir sonraki haftayı düşünerek önde olduğun bir maçta en önemli gördüğün oyunlarını çıkarır ya teknik direktör oyundan. Onun gibi bir durum bu da. Ancak anlayabilene... Masa başındaki işlere öyle yönelinmiş ki, saha da olabilecek normal şeyleri karıştırır duruma gelmiş bazı beyinler, farkında değiller. Neyse...

      Aziz Yıldırım soruyor; “Denizlispor kümede kaldığı halde bu 16 dakikada bir yıl boyunca göstermediği, yapmadığı mücadeleyi sahaya koydu. Acaba neden?” Şimdi bu maça baktıktan sonra Aziz Yıldırım şöyle bir bağlantı kuruyor. Denizli de küme düşmemeyi garantilemişti de neden bizim üzerimize geldiler? Yani madem küme düşmeyeceklerini öğrendiler, gruptan çıkması garantilenen S.Graz gibi neden maçı bırakmadı?
Daha da doğrusu şöyle söylüyor Aziz Yıldırım; "Küme düşmeyecekti Denizli? Neden bizden gol yemedi? Neden sahadan çekilmedi?" Neyle neyin kıyaslandığını daha fazla açıklamamız gerektiğini düşünmüyoruz açıkçası...

      Denizli’de maçın 16 dakika durması ve konsantrasyonlarının bozulduğunu dillendiriyor savunmasında Aziz Yıldırım. İzlemesini isteriz bizler de o 16 dakika üzerine yapılan videoları. Hasan Şaş’ın haykırışını, Hasan Kabze’nin heyecanını, tribünlerde dua eden binleri, evlerinde ağlayan milyonları, çocuklarına sarılan Hakan Şükür’ü, alnının akıyla şampiyonluğu hak eden ancak alnını yardıkları Gerets’i hatırlamasını isteriz bizler de. 

       “Ankaragücü’nü 8-0 yenmesini yeniden irdelemek lazım. O zaman temiz futbolu anlarız. Denizli’ye ne kadar teşvik primi verildiğini bir bürokratın ağzından dinleyelim. Bugünlerde adaletin bekçileri olanların bu ülkeye şikeyi, teşviki getirdiğini unutmayalım.” diyen Aciz Yıldırım aynı zamanda Eskişehirspor’lu Zalad’dan bahsediyor. 
Kimmiş bunlar bir bakalım. Aslında Beşiktaş’lı Zalad, o sezon Ankaragücü’ne gönderilmiş. Son haftaya aynı puanda giren Galatasaray ve Beşiktaş Ankara’nın iki farklı takımıyla karşılaşmıştır. Galatasaray’ın 8-0 yendiği Ankaragücü’nü Beşiktaş o sene 4-0 ve 6-0 ile yenmiş. İlk yarısı 5-0 bitince kaleci Zalad ‘şike’ söylentileri ayyuka çıkacağı için futbolu bırakıp gittiğini açıklamıştır. Üstünden yıllar geçmesine rağmen hala o maçla ilgili herhangi bir şike, teşvik söz konusu olmadığını kendi ağzıyla kaç kere anlatmıştır. 

      Aziz Yıldırım’a, tarihlerden ve farklı skorlardan bahsedecekse başka maçları hatırlatalım isterseniz. Şerefli Galatasaray sayesinde şampiyon oldukları seneleri çok çabuk unutuyorlar da kendi çamurlarıyla kirlettikleri daha eski dönemleri unutmuyorlar her nasılsa. Trabzonspor’la kafa kafaya şampiyonluğa gittikleri yılda, Galatasaray’ın da başarısız olduğu bir dönemde, maçtan önce Fenerbahçe medyasının “Galatasaray maçı satacak” haberlerini unutmasın kimse. O dönem pek çok takıma yenilen Galatasaray, Trabzon maçını kazanmış ancak Fenerbahçe camiasından attıkları çamurlar için herhangi bir özür duymamıştır. 
Bugünlerde adaletin bekçileri olanların diyerek Galatasaray’a laf çarpıtmaya çalışan Aziz Yıldırım şikeyi, teşviki bu ülkeye getirenlerin Galatasaray olduğunu söyleyerek, kendi savunmasını yapamamasını, böyle çamurlar ile örtmeye çalışmaktadır.

''Fenerbahçe Kuvayi Milliye ruhunun temsilcisi oldu. Bize saldırının temel nedeni kuruluş yıllarındaki felsefemizdir. Tarihimizde işgalcilerle verdiğimiz mücadele gibi burdan da yüzümüzün akıyla çıkacağız. '' Yıllardır dile getirdikleri, gerçekmiş gibi gösterdikleri yalan tarihleri, çoğu kez tarihçiler tarafından çürütülse de bugün geleneklerinden yine vazgeçmemiş, lekelerini yalan dolanla savunmaya çalışmışlardır.

      Tarihlerine dönüp baktığımızda , gururla anlattıkları General Harrington Kupası'nın aslında Aziz Yıldırım'ın savunduğu milli mücadele ruhundan ne denli uzak olduğunu görmek mümkündür. İşgal Kuvvetleri Başkanı şerefine düzenlenen General Harrington Kupası'nda, Kuvayi Milliye ruhunun temsilcisi(!) fenerbahçe işgalci kuvvetlerle maçlar yapmıştır. General Harrington ülkemizi işgal eden komutanlardan biridir. Yine Aziz Yıldırım'ın sözde savunmasında bahsettiği milli mücadele temsilcisi başkanlarından bir kaç örnek; Atatürk'ün milli mücadelesine karşı çıkan Salih Paşa,  Atatürk'e suikast girişimde bulunan Dr. Nazım... İşte Fenerbahçenin anlı şanlı tarihinin başkanları..

      Yine sözde savunmasında, kendilerini Türkiye Cumhuriyeti'nden üstün görenlerin olduğunu söyleyen, kendi deyimiyle fenerbahçe cumhuriyeti başkanı, ortada bir Aziz Yıldırım gerçeği olduğunu ve bunun unutulmaması gerektiğini ifade etmiş. Aylardır süren bu davada ısrarla kanıt ve belge isteyen Aziz Yıldırım, acınası savunmasında 'duyumlar aldım' cümleleleri sarf etmektedir. İşin bir diğer komik tarafı da 30 bin tl aylık gelire sahip Aziz Yıldırım'ın kulübe 30 milyon kendi cebinden verdiğidir. 
Aslına bakıldığında bugün yapılan savunmayla gerçek bir fenerbahçe duruşu sergilemiştir, Aziz Yıldırım. 

      Mahkeme dışında değinilmesi gereken diğer bir tarafta medya kuruluşlarının olaya ilgisizliğidir(!). Birçoğunun rengini ve tarafını bildiğimiz medya kurumları, Galatasaray adının geçtiği zamanlarda kulüp binası önünde yatacak kadar mesleklerini ciddiye alırken bu olayda sırra kadem basmışlardır. 'Haber bültenleri' dışında mahkemeyle ilgili hiçbir detaya yer vermemişlerdir. Örneğin şike operasyonu başladığı günlerde ifade vermesi istenen Bülent Tulun için, 'adliyeye getirildi' diye asılsız haber yapan Ntvspor’a “kendi arabamla geldim kendi arabamla gidiyorum” cevabından da anladığımız gibi, kişilere göre olayların nasıl çarpıtıldığı gözler önüne serilmiştir. Biliyoruz ki onlarda birçoğu gibi Galatasaray adının öyle ya da böyle bu işin içine çekilmesi gibi boş bir umudun peşindedirler.


      Uzun irdelemenin kısası, her ne kadar Aziz Yıldırım ve benzerleri "Galatasaray karalanınca biz aklanmış sayılırız" mantığını gütse ve güya kendi savunmalarını bile bu çamurlar üzerine hazırlasalar da, bizler başarılarımızı nasıl aldığımızı çok iyi biliyoruz.
Ve her fırsatta dile getiriyoruz;


...SARIYLA - KIRMIZIYLA
ALNIMIZIN AKIYLA...

                                                                                                                           
                                                                                                     

. . . Bize Her Sevdadan Geriye Kalan Sadece GALATASARAY . . .



Hiçbir engel tanımamaktır aşk..

Şubatın 14'ünde 'başka sevdalara kapalı' Samiyen Kapalısını 
"Only You" pankartıyla kaplayarak
bir nevi kapak yapmaktır aşk...

İnönü'de siyah beyaz o'lanlar "Avrupa Fatihiymiş Galatasaray" derken sana
o miş'in Avrupa Fatihi olma gerçeğini asla değiştirememesidir..

Kadıköy'de "Cimbom kümeye" denirken, 
kümeye bile onur ve şerefinle gideceğini bilmek, haklı gururunla aşkını daha yüksek sesle söyleyebilmektir..

Kişiler uğruna metris konvoyları değil, 17 mayıs 2000'de milyonlar olmaktır aşk..

Birileri skorlarla yaşarken, armanın peşinde koşmaktır..

Yıllarca Samiyen'in kokusunu alsan da, sıradan görünen bir maçta dahi
Mecidiyeköy'de otobüsten indiğin anda hissettiğin kalp çarpıntısı, kaçırdığın maçlarda yaşadığın karın ağrısıdır...

İlk yarısı 0-2 biten 3-2'lik Madrid maçındaki gibi
hep bir umut olsa da stadda duyduğun hıçkırık sesleridir...

Evdeki büyüklere  21:45 öncesi dua ettirmek,
 Şampiyonlar Ligi müziğini duyduğun an tüylerinin diken diken olmasıdır...

Cd'den izlediğin eski maçlarda, gol olacağını bile bile yine aynı heyecanla
"gooolllll" diye bağırmak, izleyeceğin yeni bir filme ayrılabilecek zamanlarını, yaşadığın o anlara geri dönmek için  harcamaktır..

Yıllardır görmediğin arkadaşlarınla muhabbet ederken, en hoşuna giden anların 
sarı-kırmızı üzerine yapılan sohbetler olmasıdır...

Gözünü kısarak anlamaya çalıştığın karınca dolu Cine5 ekranına bakmak, radyoyu dinlerken gözlerini kapatmak, spikerden çok arkadaki taraftar sesine yoğunlaşmaktır...

Metin Oktay'ın, Galatasaray armasını kalbi ile eli arasına aldığı o duruşa bakarak,
"Galatasaraylılık din gibi mezhep gibi yerleşmiş köklü bir inançtır
sözünü benimsemektir..

UEFA finalinde kırmızı kartla oyundan atılan Hagi'nin, bunun burukluğuyla sevinç gösterilerinde bulunmamasına kahrolurken, Super Kupa'da 10un gibi 
kafaya bağlamaktır atkıları...

Ömre bedel "16 dakika"lar yaşamak,
20:45'de Hasan Şaş'ı izleyerek hıçkırıklara boğulmaktır!..

Bu aşk, sarı-kırmızı formalının tırnağına çöp batsa, 
tribündeki yüreklerin sızlamasıdır..


"Kazımaktır adını; Samiyen'de bayraklara, Milano'da banklara, Monaco'da sokaklara
Kopenhag'da akıllara.."


Bugün günlerden vişneye çalan koyuca tatlı bir kırmızı..
Bugün günlerden turuncudan iz taşıyan tok bir sarı.. 


Bugün günlerden AŞK!


İşte bugün gerçekten günlerden GALATASARAY!