Bazı kelimeler vardır. İçerisinde yer almıyorsanız, o kelimelerin arasındaki büyük uçurumları anlamanız mümkün değildir.
“Taraftar” olan bir kimseyi belki de en çok sinirlendiren sıfatlardan biridir “seyirci”
Çünkü sen "seyirci"den çok farklısındır aslında. Hakaret sayarsın bu kelimeyi hatta…
Sen “taraftar”sındır… O ise “seyirci”…
Ne “seyirci”lerin ne de seni “seyirci”lerle aynı kefeye koyanların anlayamayacağı bir gönül bağı vardır seninle takımın arasında...
“Seyirci” parasını verir, maçları -daha doğrusu daha çok yıldızları- seyreder, memnun olur veya olmaz, eleştirir, yetinmez ve hatta yetmez, hakaret eder…
Yani herkes “seyirci” olabilir. Ama “taraftarlık”a gelince iş, orada bir durup düşünmek gerekir.
“Taraftar” arma için oradadır! Aşkı tamamen armanın ta kendisinedir…
Armayı taşıyanlara olan kısmi, geçici aşk ise “seyirci”lerin işidir.
“Taraftar” renkler için tribündedir,
Sarı kırmızı neredeyse “taraftar”ın her koşulda olması gereken yer orasıdır…
“Taraftar”ın taşımaktan en gurur duyduğu şey bu sıfattır.
Galatasaray’lı olmak,
Galatasaray taraftarı olmak…
Galatasaray'a sahip olmak değildir taraftarın amacı, Galatasaray'a ait olmaktır…
Kısacası "aslolan Galatasaray"dır diyebilendir “taraftar”…
Kısacası "söz konusu Galatasaray ise gerisi teferruattır" diyebilmektir “taraftar” olmak…
7 Haziran 1987..
AliSamiYen Stadyum'u inliyor o sesle…
“Tribünlerde coşacaksın kupaları alacaksın” diyor tribünler.
“14 senelik bu çile bitsin artık bu sene” diyorlar.
Haykırıyorlar sevdalarını her nefeste daha fazla aşkla, daha fazla özlemle…
Ama hep sabırla…
…
Geçen yıllar kazandırıyor…
Geçen yıllar kaybettiriyor…
Şampiyonluklar, kupalar, zaferler geliyor,
Onları yaratan kahramanlar geliyor…
Galatasaray "taraftar"ı en güzel duyguları onlarla yaşıyor, tek yumruk tek yürek oluyor, baharları yaşıyor…
Hep gülmüyor elbet, bazen ağlıyor ama yine 'bir' olup ağlıyor...
Yıllar geçiyor…
"Taraftar" kaybetmeye başlıyor... Önce evinin abisini kaybediyor. Sonra da evini...
Anılarını, zaferlerini, mutluluklarını, gözyaşlarını, “hayatının tam ortası”nı bırakıyor, bıraktırılıyor…
Diyorlar ki bize “artık daha çok olacaksınız”, daha çok “taraftar” olacak…
3'lüleriniz daha güçlü, omuz omuzalarınız daha gür çıkacak…
Evet, daha çok…
Ama giderek daha az olmaya başlıyoruz. Daha kalabalık ama daha az…
Ve artık yenilenen evimize “seyirciler” gelmeye başlıyor…
'AliSamiYen Spor Kompleksi' diyerek özlemimizi bir nebze hafifletmeye çalıştığımız yeni 'cehennem'imizde eskileri anıyoruz, eski günleri arıyoruz…
Türk Telekom Arena diye yüzümüze inen tokatlara rağmen biz “AliSamiYen” diye diretiyoruz. Başka türlü benimsemek zor geliyor çünkü “taraftar” olana…
“Seyirci”nin ise yüzü gülüyor.
“Taraftar” Galatasaray’ının yanında yağan yağmurla sırılsıklam olunca “beraber yürüdük biz bu yollarda” diye övünürken, “seyirci” stadda ıslanmamanın gururunu yaşıyor…
Galatasaray kötü günler atlatırken yeniden belli oluyor seyirci ile "taraftar" arasındaki uçurum.
“Taraftar” her daim yanında duruyor da, “seyirci”ler seyir etmeye değer bir şey bulamıyorlar…
Galatasaray yaralarını sarıyor, iyileşiyor, hem de çok hızlı iyileşiyor…
“Seyirci” sayısının başarıyla doğru orantılı olduğunu acı bir şekilde öğrenmeye devam ediyoruz.
“Yönetim, futbolcu, taraftar” üçgeninde hiçbir şekilde yer almayan ama Galatasaray formasını, armasını taşıyanı en ufak bir olumsuzlukta ıslıklamaktan, hakaret etmekten geri kalmayan “seyirci”, sabırsızlığını göstermekten geri kalmıyor…
Bir müşteri edasıyla her zaman, kendisini Galatasaray’a ait değil, sahip hissetmenin verdiği hakla her düşündüğünü yapabiliyor.
Değil 14 sene 14 gün bekleyemiyor…
Galatasaray taraftarı kaybediyor… Galatasaray, taraftarını kaybediyor...
“Yenilsen de yensen de taraftarın senle” diyemiyor artık tribünler…
Destek gerektiği zaman lal gibi sessiz kalan o “seyirci”, performansını beğenmediği bir oyuncu oyundan çıkarken ıslıklamaktan, küfür etmekten geri kalmıyor.
Daha çok “para” verebildiği için gerçek “taraftar”lar yerine stadda yerini alan “seyirci”, takımı desteklemiyor, rakibe baskı yaratmıyor… En ufak bir tezahürata eşlik etmiyorken, hiç alakasız bir maçta söz konusu fenere vs küfür etmekse akla mantığa sığmayan şekilde son sesine kadar küfürlere katılabiliyor… Fenerbahçe nefreti Galatasaray sevgisinin üstüne rahatlıkla çıkabiliyor…
Transferlere seviniyor, stada gelip sadece küfrederek, deşarj olarak rahatlıyor…
Bunlar elbette ki yıllardır bildiğimiz kavramlardı aslında… Ancak endüstriyel futbolun paralelinde artan “seyirci” sayısı ile zamanla "taraftar"lardan rahatsız olan kimselerin, tribünleri bitirmesidir en büyük korkumuz... Bu yüzden “taraftar” olmanın önemini sıklıkla dile getirmemiz gereken dönemlerde olduğumuzu hissediyoruz…
Unutmamalıyız ki;
Galatasaray’lı olabilmek, geçtiğimiz sezon Beşiktaş maçının ardından staddan ayrılmayarak,
kaçabilecek şampiyonluğu Galatasaray sevgisinden üstün tutmayarak,
koşulsuzca,
hiçbir beklenti olmaksızın,
ellerinin kızarmasına aldırmadan,
ses tellerin kopana kadar,
belki yüz defa, belki daha fazla,
''ölüm varmış, korku varmış, bu dünyanın sonu varmış, bizim için yoktur tasa, kalbimde sen yaşadıkça, başarılar gelir geçer, asaletin bize yeter…'' diye aşkla bağırmaktır…
ve
“Taraftar olmak” işte tam da bunu gerektirir…
En büyük aşkı Galatasaray olanların, en büyük korkusudur endüstriyel futbolla artan seyircilerin
taraftarı bitirmesi ve en büyük özlemidir işte bu ses...