O el, Claudio Taffarel’di... Çok sevdi Taffarel, çok sevildi Taffarel.. ‘çogusel Taffarel’...
Bravo Taffarel! Taffarel, Taffarel, Taffarel… Taffarel, Taffarel Taffarel…
Sen, böyle bir kurtarışın arkasından, penaltılarda da duracaksın o kalede Taffarel!
Sonra Mondi’miz vardı bizim... Saygı duruşlarında bir Türk gibi duran, milli marşımızı söylemeye çalışan, güzel insan Mondi. Duası duamız, gözyaşları gözyaşımız oldu... Giderken en çok bize, taraftarına, teşekkür etti Ali Samiyen’i “I love you Mondi” diye inlettiğimiz adam.
İşte bu yüzden boşluğumuz çok büyüktü... Sevmeye, güvenmeye, emanet etmeye ihtiyacımız varken O geldi. O gelmeden birçok insan tarafından artık klasikleşmiş ‘Galatasaray’a neden gelsin ki’ soruları sorulmaya başlandı. Zaten dünyanın en iyilerindendi, en bilinen file bekçilerindendi. Bilmeyenler de geçtiler internetlerinin başına, girdiler youtube’a, açtılar, izlediler onun kurtarışlarını. Bir futbolcu için genç sayılan, o 25 yaşına bir İtalya Kupası, bir İtalya Süper Kupası ve bir de Dünya Kupası Dördüncülüğü sığdırmıştı. Böylesine büyük başarılarla geldi belki de en çok sevileceği kulübe Néstor Fernando Muslera Micol...
Uruguay basınına konuşan Muslera, “İspanya ve İtalya basınından birçok önemli teklif aldım ama benim tercihim Galatasasaray, beni en çok onlar istedi” diyerek geldi başarılı eldiven.
Mondragon’dan sonra Orkun Uşak, Aykut Erçetin, Morgan De Sanctis, Leo Franco, Ufuk Ceylan ve Robinson Zapata’nın dolduramadığı o güven boşluğunu dolduracağını Copa America 2011 performansıyla adeta kanıtlamıştı Muslera. Bizler için evinin kapısına çelik kapı taktırmak gibiydi adeta böylesine bir başarı adamına kalemizi emanet etmek.
‘İl Castorino’ (küçük kunduz) lakaplı file bekçisi için verilen transfer bedeli hesap adamları tarafından oldukça yüksek bulundu. O insanlar yaparken hesapları - kitapları, bizim düşündüğümüz tek bir şey vardı.
Bizim için yemedikleriyle gurur duymak kadar, yediklerine kefil olacağımız bir kalecimiz vardı artık!
Galatasaray’la çıktığı ilk maçlarında, defansla uyumsuzluğu sonucu yediği goller sonrasından hemen eleştiri oklarının hedefi oldu Muslera. ‘Biz demiştik’ demek isteyen insanlar vardı, eleştirildi, hatalı gollerinin sebebi olarak ‘elleri küçük’ bile dendi.
Küçük kunduz,
küçük elli Muslera,
sonra kalede devleşti, devleşti, devleşti... O, kalede tuttukça gelen topları, bizler düşünmeye başladık sezon sonu onu nasıl tutacağımızı.
Geldiği günden bu yana, çok kez maçın adamı olan Muslera’nın en çok konuşulduğu maç ise Manisaspor’la oynanan lig maçıydı. Bu sezon Galatasaray’da gol atmayan tek oyuncu olan Muslera, hocası tarafından onurlandırıldı ve kazanılan penaltı kendisine kullandırıldı. O topa doğru giderken gözlerindeki o heyecan ve sevinç ekranları başında onu izleyen taraftarın yaşadığı heyecandan farksızdı. Gol sonrası yaşadığı mutluluğu gözlerine, gözlerimize öyle yansıttı ki tribünlerden bir kez daha en yüksek şekilde haykırıldı: “Muslera Muslera, I love you Muslera”.
Etik olmaktan çok uzak olunan bu sezonda bile kendisine penaltı kullandırtmanın etikliğini tartışanlar, Volkan Demirel’in her türlü hareketiyle aynı ülkede yaşayanlardı.
Ali Samiyen’de her maç sonrası çağrılsın çağrılmasın tribünlere gelen,
o ‘küçük elleriyle’ taraftarını alkışlayan,
bu gülüşünü bizlerden esirgemeyen Fernando Muslera...
O, Galatasaray’a çok yakıştı, Galatasaray ona çok yakıştı. Taffarel’le çalışmak onun şansı, o bizim şansımız oldu. Şampiyonluğa doğru atılan o emin adımlardaki en büyük pay sahiplerinden,
elleri küçük yüreği büyük adam...
O küçük ellerinle, nice kupalar kaldırmak dileğiyle...
'OZ'Büyücüsü