TFF Başkanı Belli oldu!.. Başımız Sağolsun..


     Hasta adam olarak nitelendirilen Türk futbolu gün itibariyle hastalıktan çıkmış ve tamamen toprak altına girmiştir. 2000'li yıllarda Galatasaray sayesinde muasır takımlar seviyesine çıkardığımız Türk futbolu, bugün “Yıldırım” ortak çatısında buluşmuş ve Türk futbolunun üzerine düşmüştür. 

     Galatasaray Spor Kulübü adına Adnan Öztürk'ün, Demirören'in adaylığını açıkladığı an;
"Türk futbol tarihinin en riskli ve problemli döneminde devam eden adli süreçte ismi geçen kulüplerden herhangi birisinin, herhangi bir yöneticisinin, TFF Başkanlığına aday olmasının Türk futbolunun geleceği için sıhhatli olmadığına inanıyoruz." açıklamasında bulunmuştu.

     Bu, her şeyi içeren kısa açıklamanın ardında yatan pek çok gerçeği aslında aklı selim herkesin bildiğini düşünüyoruz. Öyle bir dönemeçteyiz ki, futbolda şike davası sürerken, Türk futbolunun nereye gittiği konusunda herkesin endişeye kapıldığını zikrettiği dönemde, Türk futbolunu kurtarmak adına getirilen isime bakıyoruz şimdi...

"Fenerbahçe'yi düşüren başkan olarak anılmak istemiyorum" korkusuyla
"arkamdan dümen çevirdiler", "hakkımda ağır konuştular" bahanesiyle,
şimdi onun koltuğuna oturan Demirören'in "önergeyi çekelim, seçime gidelim" gazıyla,
Mehmet Ali Aydınlar istifasını sunmuş, Türk futbolunu daha büyük bir kaosun içine sürüklemişti.

     Bunun üzerine Yıldırım Demirören "Şu ana kadar 8 kulüp gündemde. Maalesef  Fenerbahçemizin adı herkesten çok geçiyor." demiş ve rengini tamamen belli etmişti. 

     Beklenen oldu başta Fenerbahçe olmak üzere, öncelikli olarak iddianamede adı geçen 8 kulübün tamamının desteğiyle Yıldırım Demirören TFF Başkanlığına aday oldu.

     Yaptığı hatanın kendisi de farkına varmış olacak ki, adaylığını açıkladığı zamanki konuşmasında kendisini desteklemeyen iki kulüp için,
"Genel kurul bizleri takdir ederse, Galatasaray gibi, Galatasarayımız gibi ve Bursasporumuz gibi büyük takımların da federasyon başkanı olarak hep beraber bu mücadeleyi yapacağız" diyerek güya tüm kulüpleri kucaklamışcasına, ancak iki kulübe de göz dağı vererek, "Galatasarayımız" kelimesi ağzına yakışmadığı için öncelikle "Galatasaray gibi" demiş sonrasında yaptığı sürçülisanı(!) düzeltmiş ve konuşmasını tamamlamıştı.

     Şike davasıyla sarsılan Türk futbolunun başına, kendi döneminde şike suçlamasına maruz kalan kulübün başkanı getiriliyor oluşu başlığımıza koyduğumuz baş sağlığının sebebidir.

     Yıldırım Demirören küme düşürülmeye ve hatta puan silmeye karşı olduğunu, UEFA'ya kafa tutulması gerektiğini ve hatta gerekiyorsa Avrupa'ya gidilmeyeceğini rahatlıkla dile getirebilmiş birisiyken,
kulübümüz haksız yere suçlanıyor, bizler suçsuzuz diyememesi dikkat çekici olmuştur elbetteki...

     Unutulmasın! Kendi seyircisi tarafından dahi her maç "yeeterr yıldırım demirören yeteerrr" tezahüratlarına maruz kalan, başkanı olduğu kulübü tekelleştirip milyonlarca dolar borcun altına sokmuş, birçok futbolcusuyla takımı mahkemelik etmiş ve sözde rakibini “fenerbahçemiz” diye sahiplenerek son derece onursuz duruş sergilemiş olan Yıldırım Demirören'dir federasyon başkanlığına getirilen.

     'Anadolu kulüplerinden şampiyon çıkmasını istemediği'ni açıkça dile getirdiği halde Kulüpler Birliği başkanı olmasına zamanında şaşırmamıştık.
Ancak rengi bu kadar belli olan birinin TFF Başkanı dahi yapılabileceğine bizler bile şaşırıyoruz artık.

     Yıldırım Demirören'in adaylığından daha fazla sorgulanması gereken olay ise kendisine destek veren kulüplerdir belki de. Bu kulüpler içinde acınası tavrıyla tek şaşırtmayan takım Fenerbahçe olmuştur. Bizleri şaşırtan “Anadolu kulüplerinden şampiyon çıkmasını istemem” diyen şahısa destek verdiklerini beyan eden kulüplerdir. Her fırsatta İstanbul takımlarına adeta savaş açan, haklarının yendiğini söyleyen kulüpler, anlaşılması güç bir düşünceyle Demirören'i adayları olarak belirlemişlerdir. 

     Yıllardır Türk Milli Takımı ve Türk Futbolu üzerinden, neden Avrupa takımları gibi olunamadığı sorgulanırken bu zihniyetteki bir şahıstan neyin başarısı beklenmektedir? Bir kulübü yönetmekten aciz bir insanın eline futbolu bırakmak, kurda kuzu emanet etmekten ne kadar farklıdır? İşin en ciddi boyutu ise, başkanı olduğu kulüp şike soruşturmasında yargılanırken nihai kararı verecek olan makama adaylık nasıl bir mantık hatasıdır?

     Galatasaray Spor Kulübünde hiçbir başkan 'yalnızca şampiyonluğu' başarı olarak kabul etmez/edemezken,
Türkiye'de kazanılan şampiyonluğu, en çok Avrupa'ya gidişi sağladığı ve oradaki başarılara ulaşmanın bir aracı olduğu için "başarı" kabul ederken,

Ali Sami Yen'in kuruluş amacı olarak
"...bir renge ve isme sahip olmak, Türk olmayan takımları yenmek..." sözlerine dayanarak vizyonunu buna göre belirlerken,

Nasıl olur da "Gerekirse Avrupa'ya gitmeyiz" diyebilecek kadar sığ bakış açısıyla yola çıkan birisini Türkiye Futbol Federasyonu başkanı olarak kabullenebiliriz?

      Öncelikle "hiç kimsenin gözünün yaşına bakmam" gibi sert ve net çıkışları olan Kürşat Tüzmen'in adaylığını çekmesi, ardından Demirören'in karşısında oy alabilecek tek isim olan Ata Aksu'nun centilmenliği, bizlerin de aklımızdaki soru işaretlerini netleştiriyor. Anlaşılan o ki bugüne kadar türlü türlü manevralar yapan Demirören, bu sefer de söylediklerinin aksine Avrupa konusunda söylemlerinden sapmış, şimdilik doğru yolu bulmuş görünüyor. Ancak yarın ne olacağını kimse bilemez. 

      Açıkçası; Galatasaray Spor Kulübü delegelerinin oy kullanmaması adına gururlansak da...
Bursaspor Yönetimini tebrik ediyor ve "aynı tepkiyi, bütün yöneticilerimizden beklerdik" diyoruz...
Kulüp adına, başkan ve yöneticilerimiz Demirören'in açıklamalarından, vaadlerinden tatmin olmuş olabilir. Ancak bizim zerre kadar inancımız söz konusu değildir. 
Bizim için Türk Futbolunu öldürmüşlerdir... Bunda Galatasaray delegelerinin oyu olmasa da sessizliği -her ne kadar ses getirseler de bir şey değişmeyecek olsa da- ile etkisi olmuştur.
Üzgünüz.


Cimbom Başı Dik Yürür..


Bugün 26 Şubat 2012...
AliSamiYen'inimizde yeni bir zafer alarak evimize döndük...
Bugün Galatasaray Beşiktaşı 3-2 mağlup etti...
Hepimiz mutluyuz... Derbiyi kazanmanın keyfi bambaşka...

Hayır hayır... Bugün derbiyi anlatmak, derbiyi konuşmak istemiyoruz. 
Saat sabahın dördü...
Ve kulaklarımızdan o müzik, gözlerimizin önünden
o heyecan, o coşku, o hüzün, o gurur gitmiyor!!!

ultrAslan! ultrAslan UNI!!! 

Söyleyecek söz bulamamaktan korkuyoruz aslında sanırım. Ama bugün hepimiz ağlamakla gülmek arasında gidip geldiğimiz dakikalar yaşadık...

Koreografi açılmadan önce öyle bir stresli bekleyiş vardı ki, anlatmanın imkanı yok. 
Ortam gergin. Öyle güzel hazırlanmış ki her şey, hiç bir kusur olmaması için heyecanla bekleyen pek çok ultrAslan!..
Ve birden muhteşem müzik eşliğinde kartonlar ve o muhteşem görüntü çıkıyor...


Bizler tribünlerden bile görebildiğimiz İmparator'un duygulanmasına mı içleneceğiz,
harika olduğunu düşündüğümüz koreografiye mi sevineceğiz, yoksa "işte buuuu!!! işteee işteeeee" diye çığlık çığlığa kalan koreografinin emektarlarının sevinmeleri, coşkuları, birbirlerine sarılmalarına ve yaşadıkları haklı gurura mı bakacağız, bilmiyoruz...

Bugüne kadar her koreografimiz ders niteliğindeydi... 
Bugün ki ise... Başkaydı yahu!..

Evet saat sabahın 4'ü olmuş... Evimize geldiğimizden beri belki de 4bininci izleyişimiz yeniden...

Bugün ultrAslan kazandı... Bugün Galatasaray kazandı... 
Bugün KAZANDIK... 




İmparator... 
Bugün ultrAslan'a bu bakışın var ya...
İşte sen de taraftarına, sana aynen böyle baktırıyorsun. 


Bu takım... Bu ruh... 
Bu aşk...


Biz daha iyisini yapana kadar en iyisi bu değil mi hocam?




Yok yok... Biz buraya sayfalarca yazsak da fotoğraflar da eklesek olmayacak sanırım. 
En iyisi görüntüsünü koyalım ve susup izlemeye devam edelim artık...





...Fikrimiz Değişmedi...


Taraftar...
Takımına gönülden bağlı insan...

Bu kelimenin anlamı herkes tarafından aynı şekilde algılanıyor mu sizce? Ortada bir gönül bağı olduğu tartışılmaz, ama gerçekten takıma mı bu gönül bağı?

Bugünlerde, taraftarlık dersi verdiğini iddia eden bir topluluk var Türkiye’de.
“Fenerbahçe taraftarı”. Ama tarafında oldukları şey takımları değil, içerideki başkanları...

Aylardır sürmekte olan şike operasyonunda, daha ilk günden itibaren, takımlarını bir tarafa bırakarak kendilerini adliye önlerine atmayı tercih etmiş ve bununla övünen bir kesim var. Aziz Yıldırım’a sahip çıkmayı, fenerbahçe’ye sahip çıkmak sanan bir kesim. Sabahlara kadar adliye önlerinde bekleyerek, meşaleler yakarak, bağırıp çağırararak taraftarlık taslayanlar.. Kimin uğruna o sabahlamalar, haykırmalar.. Takımınızın adını şikeye bulaştıran , bugün sizi küme düşürülme noktasına getiren başkanınız için. Avrupa’da oynamaktan men etmiş, konuşmalarında “s….rim böyle fenerbahçe’yi” demiş, “şampiyonluklar masa başında kazanılıyormuş öğrendim” demiş insanın peşinden gittiniz.

Teknik direktörünüz bile çıkıp ” bu ülkede hız sınırı aşılmış ama radara sadece fenerbahçe yakalanmış “derken peşinizden gittiğiniz adam mahkemede kendisini “ben burada size “fenerbahçe şike yapmamıştır ama Galatasaray yapmıştır” diye savunacak kadar komik durumlara düşürmüştür. Üstelik bir Uefa maçı için söylemiştir bu sözü. Siz de sorgulamadan bunu da kabul ettiniz, hatta daha da ileriye gidip kanalınızda o maçın tekrarını verdiniz. “Lig’den çekilme talebimizi federasyona ileteceğiz” laflarıyla mağdur edebiyatı yapıp yine gündem değiştirdiniz.
Sizler bizlere taraftarlık dersi verecek son insanlarsınız şu ülkede. Bizler tribünlerde olmamız gereken yerde, tek yumruk ”hiçbir şeye değişilmez senin sevgin bu dünyada” diye haykırırken sizlerin taraftarlığı, o ellerinizi, bir Galatasaraylı gördüğünüzde 6 işareti yapmaktan öteye gidememiştir. Bizler Avrupa’nın en büyüğü olup meydanlara dökülürken, sizler isimler için metris konvoyları oluşturmayı taraftarlık zannettiniz. Bizler Avrupa’nın en iyi koreografi showlarını yapan taraftar grupları arasında gösterilirken, taraftarlık dersi verdiğini iddia eden sizler ters pankart açarak kendi kendinizi rezil ettiniz. Bir zamanlar “katil” diyerek haykırdığınız adama “kaptan”ünvanı verdiniz. Yaratıcılığınız “beni yak kendini yak Mamadou Niang” dan öteye gidemediği için, başkanınızın dev posteri altında Kadıköy’ü çalıntı slogan pankartlarla süslediniz. "Fenerbahçe taraftarı Atatürk'ün izinden gider, siz cemaatçiler anlayamazsınız" dediniz, başkanınız “başbakanla aramıza kimse giremez diye açıklamalar yaptı. İzinden gidiyoruz dediğiniz Atatürk’e suikast girişiminde bulunan insanlardan bihaber olup kendi içinizde bir cumhuriyetten bahsettiniz. Kayınpederi sayesinde bir gazetede spor haber müdürü olan insan bir koreografimiz için “sarı kırmızıyı anladık da o yeşil ne onu anlayamadık “dedi onun şakşakçılığını yaptınız ama dönüp kendi armanızdaki sarı kırmızı yeşile bakmadınız. Akp kuruluşunda bir numaralı yandaşı olan Ülker ile basketbol şubenizi birleştirdiniz ve bizleri cemaatçi olmakla suçladınız.
Siz, baştan kaybetmiştiniz.. Ama 14 yıllık adamı 104 yıllık takımınıza tercih etmekle ortadaki "0"rakamından asla öteye geçemeyeceğinizi bir kez daha gösterdiniz. Ama bir dakika.. Siz içinde "Galatasaray" geçmeyen cümlelerden anlamıyordunuz değil mi? O zaman şöyle söyleyeyim. Biz sizin için kendinizi savunmanızda bile kullanmanız gereken "Büyük Kulüp" iken siz bizim için "iyi ki Galatasaraylıyım" deme sebeplerimizden sadece birisiniz.




Ve Söz Savunmanın! Ya da Savunacak Sözü Olmayanların!




      "En iyi savunma saldırıdır." 

      Aziz Yıldırım’ın sözde savunma adı altında yapmaya çalıştığı şeyin özetidir belki de... Ancak birilerinin kendisine savaşta değil de mahkemede olduğunu hatırlatma vakti çoktan gelmiştir. Başkanlık yaptığı süre zarfında, hiçbir Galatasaray başkanının görmediği kadar, Galatasaray başarısı gören Aziz Yıldırım, bu “hazımsızlığı” yıllardır sarfettiği cümlelerle dile getirdiğinden dolayı olsa gerek, mahkemedeki şu cümleleri çok da şaşırtmamıştır esasen; 
"Fenerbahçe 5 kuruş almadan stadını yaptı, devlet Arena'ya 600 milyon TL harcadı."
Bir alıntıyla hatırlatalım; "sahası olmayan Fenerbahce, uzun süreden beri futbolun ilk oynandığı yerlerden biri olan papazın çayırı yerine kurulan stadı istiyordu. Devreye Maliye Bakanı Saraçoğlu girdi. Tek maddelik bir yasa çıkardı. 'aynı semtte kurulmuş faaliyet gösteren kulüplerin sayısı 1'den fazlaysa o semtte üye sayısı daha fazla olan kulüp 
faaliyetlerine devam eder' diyordu. Saraçoğlu, sahayı hemen Fenerbahçe'ye kiraladı. Saraçoğlu bu esnada Adliye Bakanı oldu. Stadın mülkiyetini Fenerbahçe'ye devretti. Hem de göstermelik bir rakam olan 1 Türk Lirasına."

      Savunmasının tamamını fanatizm içeren  cümlelerle dolduran Aziz Yıldırım, sonra da stad konusunu gündeme getirerek konuyu Galatasaray’a bağlamaktan kaçınmamıştır. Fakat bu da diğerleri gibi içi boş bir savunma olmaktan öteye gidememiştir. Kendisine yönelik suçlamaların içinde ne Galatasaray ne Ali Sami Yen Spor Kompleksinin adı bile geçmezken, kendisine yöneltilen her suçlamada sözü Galatasaray’a bağlayan Aziz Yıldırım, bu tutumunu devam ettirmiştir. Her zamanki gibi kendi tarihinden bihaber tutumuyla, bilmeden yorum yapmaya kalkmış fakat yine hüsranla sonuçlanmıştır.

      Söylediğimiz gibi savunmasında “ben suçsuzum, biz suçsuzuz, asla teşvik şike yapmadık.” cümleleri kurması gereken Aziz Yıldırım, bakın bu operasyonu neye bağlıyor;
16.02.2011 Tarihinde Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürü GALATASARAYLI NAZMİ ARDIÇ, ‘Organize Suç Örgütü liderliğini Olgun Peker isimli şahsın yaptığı suç örgütünün eylemlerinin ve yapısının tüm yönleriyle deşifre edilebilmesi amacıyla ’iletişim ve kayda alınmasına ihtiyaç duyulmaktadır’ diyerek dinleme kararı almak için Beşiktaş’taki Özel Yetkili Savcılığa müracaat etmektedir.
Ne tesadüftür ki, Galatasaray Kongre üyesi Savcı Zekeriya Öz hemen aynı gün 12.Ağır Ceza mahkemesi Başkanlığından ’suç örgütü kurmak ve buna bağlı olarak örgütün faaliyetleri’ diyerek benim için 3 aylık dinleme talebinde bulunmuştur.”
Tapelerde konuşmaların nasıl olduğunu tüm Türkiye gördüğü halde, hala bir şey yokmuş gibi bunlara Galatasaray’lı kişilerin sebep olduğunu ima etmektedir. 
Aynı mantıkla ilerlersek eğer;
Şikeye bulaşmış isimler de Aziz Yıldırım’a pek tanıdık geliyordur herhalde. Alaattin Yıldırım, Tamer Yelkovan, İlhan Yüksel Ekşioğlu, Serkan Acar, Eskişehir Teknik Direktörü Bülent Uygun, Sivasspor Başkanı Mecnun Odyakmaz… Ne garip bir tesadüftür ki Fenerbahçe’li olduğu bilinen kişilerdir hep suçlamaların odağı. Ama kesin bunların sebebi de Galatasaray Kongre üyesi Savcı Zekeriya Öz ile Galatasaray’lı Nazmi Ardıç’tır.
Aynı Fenerbahçe'yi Avrupa'dan men eden UEFA gibi. Ortada hiçbir suç yok. Ancak Galatasaray'lı savcılar ve sarı-kırmızı UEFA, Fenerbahçeyi suçlamaktadır.

      Fenerbahçelilerin hayal dünyasından gerçeklere, 7 Kasım 2000 tarihine dönelim Aziz Yıldırım için. G.Rangers-Monaco maçı berabere bittiğinden dolayı Galatasaray’ın S.Graz ile beraberliği, iki takım için de Şampiyonlar Ligi’nde devamını sağlayabileceğinden, son dakikalarda iki takım da paslaşmalarla maçı tamamlamıştı. 
Gariptir ki, kendi kulübü hakkında onlarca maç gözler önüne sergilenebilirken, kendini savunmaktan Aciz Yıldırım, Galatasaray’ı bu maç ile kirletmeye çalışmıştır. Rangers – Monaco maçının berabere bitmesi de acaba teşvik kapsamımız içerisinde miydi merak ediyoruz. Gerçekten sağlam bir mali yapı içerisindeymişiz demek ki. 
O dönemde Galatasaray, Fenerbahçe gibi yalnızca evinde maçlara çıkmıyordu. Sonuçta kendisi için yeterli olan sonucu aldıktan sonra kendini geri çekmesi gayet normal değil midir? Karşı taraf için de bu durum yeterlidir. Nasıl ki bir sonraki haftayı düşünerek önde olduğun bir maçta en önemli gördüğün oyunlarını çıkarır ya teknik direktör oyundan. Onun gibi bir durum bu da. Ancak anlayabilene... Masa başındaki işlere öyle yönelinmiş ki, saha da olabilecek normal şeyleri karıştırır duruma gelmiş bazı beyinler, farkında değiller. Neyse...

      Aziz Yıldırım soruyor; “Denizlispor kümede kaldığı halde bu 16 dakikada bir yıl boyunca göstermediği, yapmadığı mücadeleyi sahaya koydu. Acaba neden?” Şimdi bu maça baktıktan sonra Aziz Yıldırım şöyle bir bağlantı kuruyor. Denizli de küme düşmemeyi garantilemişti de neden bizim üzerimize geldiler? Yani madem küme düşmeyeceklerini öğrendiler, gruptan çıkması garantilenen S.Graz gibi neden maçı bırakmadı?
Daha da doğrusu şöyle söylüyor Aziz Yıldırım; "Küme düşmeyecekti Denizli? Neden bizden gol yemedi? Neden sahadan çekilmedi?" Neyle neyin kıyaslandığını daha fazla açıklamamız gerektiğini düşünmüyoruz açıkçası...

      Denizli’de maçın 16 dakika durması ve konsantrasyonlarının bozulduğunu dillendiriyor savunmasında Aziz Yıldırım. İzlemesini isteriz bizler de o 16 dakika üzerine yapılan videoları. Hasan Şaş’ın haykırışını, Hasan Kabze’nin heyecanını, tribünlerde dua eden binleri, evlerinde ağlayan milyonları, çocuklarına sarılan Hakan Şükür’ü, alnının akıyla şampiyonluğu hak eden ancak alnını yardıkları Gerets’i hatırlamasını isteriz bizler de. 

       “Ankaragücü’nü 8-0 yenmesini yeniden irdelemek lazım. O zaman temiz futbolu anlarız. Denizli’ye ne kadar teşvik primi verildiğini bir bürokratın ağzından dinleyelim. Bugünlerde adaletin bekçileri olanların bu ülkeye şikeyi, teşviki getirdiğini unutmayalım.” diyen Aciz Yıldırım aynı zamanda Eskişehirspor’lu Zalad’dan bahsediyor. 
Kimmiş bunlar bir bakalım. Aslında Beşiktaş’lı Zalad, o sezon Ankaragücü’ne gönderilmiş. Son haftaya aynı puanda giren Galatasaray ve Beşiktaş Ankara’nın iki farklı takımıyla karşılaşmıştır. Galatasaray’ın 8-0 yendiği Ankaragücü’nü Beşiktaş o sene 4-0 ve 6-0 ile yenmiş. İlk yarısı 5-0 bitince kaleci Zalad ‘şike’ söylentileri ayyuka çıkacağı için futbolu bırakıp gittiğini açıklamıştır. Üstünden yıllar geçmesine rağmen hala o maçla ilgili herhangi bir şike, teşvik söz konusu olmadığını kendi ağzıyla kaç kere anlatmıştır. 

      Aziz Yıldırım’a, tarihlerden ve farklı skorlardan bahsedecekse başka maçları hatırlatalım isterseniz. Şerefli Galatasaray sayesinde şampiyon oldukları seneleri çok çabuk unutuyorlar da kendi çamurlarıyla kirlettikleri daha eski dönemleri unutmuyorlar her nasılsa. Trabzonspor’la kafa kafaya şampiyonluğa gittikleri yılda, Galatasaray’ın da başarısız olduğu bir dönemde, maçtan önce Fenerbahçe medyasının “Galatasaray maçı satacak” haberlerini unutmasın kimse. O dönem pek çok takıma yenilen Galatasaray, Trabzon maçını kazanmış ancak Fenerbahçe camiasından attıkları çamurlar için herhangi bir özür duymamıştır. 
Bugünlerde adaletin bekçileri olanların diyerek Galatasaray’a laf çarpıtmaya çalışan Aziz Yıldırım şikeyi, teşviki bu ülkeye getirenlerin Galatasaray olduğunu söyleyerek, kendi savunmasını yapamamasını, böyle çamurlar ile örtmeye çalışmaktadır.

''Fenerbahçe Kuvayi Milliye ruhunun temsilcisi oldu. Bize saldırının temel nedeni kuruluş yıllarındaki felsefemizdir. Tarihimizde işgalcilerle verdiğimiz mücadele gibi burdan da yüzümüzün akıyla çıkacağız. '' Yıllardır dile getirdikleri, gerçekmiş gibi gösterdikleri yalan tarihleri, çoğu kez tarihçiler tarafından çürütülse de bugün geleneklerinden yine vazgeçmemiş, lekelerini yalan dolanla savunmaya çalışmışlardır.

      Tarihlerine dönüp baktığımızda , gururla anlattıkları General Harrington Kupası'nın aslında Aziz Yıldırım'ın savunduğu milli mücadele ruhundan ne denli uzak olduğunu görmek mümkündür. İşgal Kuvvetleri Başkanı şerefine düzenlenen General Harrington Kupası'nda, Kuvayi Milliye ruhunun temsilcisi(!) fenerbahçe işgalci kuvvetlerle maçlar yapmıştır. General Harrington ülkemizi işgal eden komutanlardan biridir. Yine Aziz Yıldırım'ın sözde savunmasında bahsettiği milli mücadele temsilcisi başkanlarından bir kaç örnek; Atatürk'ün milli mücadelesine karşı çıkan Salih Paşa,  Atatürk'e suikast girişimde bulunan Dr. Nazım... İşte Fenerbahçenin anlı şanlı tarihinin başkanları..

      Yine sözde savunmasında, kendilerini Türkiye Cumhuriyeti'nden üstün görenlerin olduğunu söyleyen, kendi deyimiyle fenerbahçe cumhuriyeti başkanı, ortada bir Aziz Yıldırım gerçeği olduğunu ve bunun unutulmaması gerektiğini ifade etmiş. Aylardır süren bu davada ısrarla kanıt ve belge isteyen Aziz Yıldırım, acınası savunmasında 'duyumlar aldım' cümleleleri sarf etmektedir. İşin bir diğer komik tarafı da 30 bin tl aylık gelire sahip Aziz Yıldırım'ın kulübe 30 milyon kendi cebinden verdiğidir. 
Aslına bakıldığında bugün yapılan savunmayla gerçek bir fenerbahçe duruşu sergilemiştir, Aziz Yıldırım. 

      Mahkeme dışında değinilmesi gereken diğer bir tarafta medya kuruluşlarının olaya ilgisizliğidir(!). Birçoğunun rengini ve tarafını bildiğimiz medya kurumları, Galatasaray adının geçtiği zamanlarda kulüp binası önünde yatacak kadar mesleklerini ciddiye alırken bu olayda sırra kadem basmışlardır. 'Haber bültenleri' dışında mahkemeyle ilgili hiçbir detaya yer vermemişlerdir. Örneğin şike operasyonu başladığı günlerde ifade vermesi istenen Bülent Tulun için, 'adliyeye getirildi' diye asılsız haber yapan Ntvspor’a “kendi arabamla geldim kendi arabamla gidiyorum” cevabından da anladığımız gibi, kişilere göre olayların nasıl çarpıtıldığı gözler önüne serilmiştir. Biliyoruz ki onlarda birçoğu gibi Galatasaray adının öyle ya da böyle bu işin içine çekilmesi gibi boş bir umudun peşindedirler.


      Uzun irdelemenin kısası, her ne kadar Aziz Yıldırım ve benzerleri "Galatasaray karalanınca biz aklanmış sayılırız" mantığını gütse ve güya kendi savunmalarını bile bu çamurlar üzerine hazırlasalar da, bizler başarılarımızı nasıl aldığımızı çok iyi biliyoruz.
Ve her fırsatta dile getiriyoruz;


...SARIYLA - KIRMIZIYLA
ALNIMIZIN AKIYLA...

                                                                                                                           
                                                                                                     

. . . Bize Her Sevdadan Geriye Kalan Sadece GALATASARAY . . .



Hiçbir engel tanımamaktır aşk..

Şubatın 14'ünde 'başka sevdalara kapalı' Samiyen Kapalısını 
"Only You" pankartıyla kaplayarak
bir nevi kapak yapmaktır aşk...

İnönü'de siyah beyaz o'lanlar "Avrupa Fatihiymiş Galatasaray" derken sana
o miş'in Avrupa Fatihi olma gerçeğini asla değiştirememesidir..

Kadıköy'de "Cimbom kümeye" denirken, 
kümeye bile onur ve şerefinle gideceğini bilmek, haklı gururunla aşkını daha yüksek sesle söyleyebilmektir..

Kişiler uğruna metris konvoyları değil, 17 mayıs 2000'de milyonlar olmaktır aşk..

Birileri skorlarla yaşarken, armanın peşinde koşmaktır..

Yıllarca Samiyen'in kokusunu alsan da, sıradan görünen bir maçta dahi
Mecidiyeköy'de otobüsten indiğin anda hissettiğin kalp çarpıntısı, kaçırdığın maçlarda yaşadığın karın ağrısıdır...

İlk yarısı 0-2 biten 3-2'lik Madrid maçındaki gibi
hep bir umut olsa da stadda duyduğun hıçkırık sesleridir...

Evdeki büyüklere  21:45 öncesi dua ettirmek,
 Şampiyonlar Ligi müziğini duyduğun an tüylerinin diken diken olmasıdır...

Cd'den izlediğin eski maçlarda, gol olacağını bile bile yine aynı heyecanla
"gooolllll" diye bağırmak, izleyeceğin yeni bir filme ayrılabilecek zamanlarını, yaşadığın o anlara geri dönmek için  harcamaktır..

Yıllardır görmediğin arkadaşlarınla muhabbet ederken, en hoşuna giden anların 
sarı-kırmızı üzerine yapılan sohbetler olmasıdır...

Gözünü kısarak anlamaya çalıştığın karınca dolu Cine5 ekranına bakmak, radyoyu dinlerken gözlerini kapatmak, spikerden çok arkadaki taraftar sesine yoğunlaşmaktır...

Metin Oktay'ın, Galatasaray armasını kalbi ile eli arasına aldığı o duruşa bakarak,
"Galatasaraylılık din gibi mezhep gibi yerleşmiş köklü bir inançtır
sözünü benimsemektir..

UEFA finalinde kırmızı kartla oyundan atılan Hagi'nin, bunun burukluğuyla sevinç gösterilerinde bulunmamasına kahrolurken, Super Kupa'da 10un gibi 
kafaya bağlamaktır atkıları...

Ömre bedel "16 dakika"lar yaşamak,
20:45'de Hasan Şaş'ı izleyerek hıçkırıklara boğulmaktır!..

Bu aşk, sarı-kırmızı formalının tırnağına çöp batsa, 
tribündeki yüreklerin sızlamasıdır..


"Kazımaktır adını; Samiyen'de bayraklara, Milano'da banklara, Monaco'da sokaklara
Kopenhag'da akıllara.."


Bugün günlerden vişneye çalan koyuca tatlı bir kırmızı..
Bugün günlerden turuncudan iz taşıyan tok bir sarı.. 


Bugün günlerden AŞK!


İşte bugün gerçekten günlerden GALATASARAY!



İyi ki Varsın Hagi!




Tüm renkler silinse gözümüzden, sarıyla kırmızı kesişirdi
Hagi isminin yazıldığı yerden...

Hagiiii.. Hagiii.. Hagii...
Kulaklarımızdan asla silinmeyen Ercan Taner tanımlaması..


Sevmedik... Yemin olsun sevmedik senin gibi kimseyi. Hak etmedi zaten kimse senin kadar!
Öyle bir bütündük ki seninle; 
Sen Adams'ın sırtına yumruk indirirken, hepimiz yumruklarımızı sıkıyor
Carlos'la dalga geçerken elimizi senin gibi sallıyorduk...

Maçlara gelip 90 dakika yalnızca seni izliyorduk!
Hırsını, özgüvenini, aşkını...

İyi ki doğdun... İyi ki Galatasaraylı oldun..

Hagiii.. Hagiii... Hagiiii...
İşte bu kadar!!!



Son gönderilişi sonrasında bile Hagi;


“Bir gün yine Galatasaray’a döneceğim. Hangi görevde olur bilemiyorum, ancak döneceğime inanıyorum. Galatasaray benim her zaman kalbimde yer alacak."
...


başka söze gerek var mı?